Turan
Turan TDK’ye
göre “Turancıların dünyadaki bütün
Türkleri birleştirerek kurmayı amaçladıkları ülkenin adı, Türklerin Orta
Asya'daki en eski yurtları.”anlamlarına gelmektedir.
Kelime daha önceleri farsça kökenli olup İran’ın kuzeyindeki bölge için
kullanılmaktaydı. Daha sonra ise geniş anlamda Ural-Altay ve Fin-Macar olarak
isimlendirilebilecek halkların yurdu anlamında kullanılmıştır. Tarihi
kaynaklarda (Yâkūt el-Hamevî) bazen Mâverâünnehir ve
çevresi için kullanıldığına rastlanmıştır.
Turan kavramının Osmanlılarda ilk
kez görüldüğü belge 1786 yılında Buhara’ya gönderilen bir mektuptur. Bu erken
tarihli belgeden sonra bugünkü anlamı ile ortaya çıkması 19. Yüzyılın ikinci
yarısında olur. Rusya’da yaşayan Türk aydınları Turan fikrini Rusya’nın
Slavlaştırma politikasına karşı oluşturur. Turan fikri Osmanlı aydınları
arasında oldukça ilgi görmüştür. Özellikle Ziya Gökalp’ın Türk tarih bilinci
ile Turan fikrini geliştirmesi sayesinde Türkçülük akımı ile beraber
gelişmiştir. Ziya Gökalp Turan’ın Türklerin olduğu yerler ve Türkçe
konuşanların oluşturduğu kişilerden oluşan bir devlet fikri olduğunu
söylemiştir.
Osmanlı imparatorluğu içinde bulunan halkların milliyetçilik akımları ile başkaldırıp bağımsızlık ilan etmeleri Osmanlı aydınlarında Türkçülük akımı olarak karşılık bulmuştur. Bu akım düşüncelerini Osmanlı olarak sınırlamamış ve tüm dünyadaki Türklerin önce kültürel birliğinin daha sonra ise siyasa birliğinin sağlanacağını öngörmüşleridir. Bu ideale de kızıl elma ismi verilmiştir.
Turancılık fikri Osmanlıda Türkçülük
akımı içersinde ilerlerken aynı zamanda Macaristan’da da etkili olmaya
başlamıştır. Osmanlı aydınları her ne kadar Macar toplumunu akraba topluluk
olarak görse de Turan fikri sadece Türk ve Müslümanları kapsıyordu.
Birinci Dünya Savaşı ile Türkçülük
fikirleri bir devlet siyaseti haline gelmiş ancak savaşın kaybedilmesi ve
sonrasında Osmanlı’nın dağılması Türk aydınlarında Turan fikirlerinde
farklılaşmaya yol açmıştır. Ziya Gökalp Turan sınırlarını Oğuz Türklerine kadar
sınırlamıştır.
Türkiye Cumhuriyeti, kuruluşunun
ardından Pantürkizm akımlarına karşı çıkmış Misak-ı Milli sınırları ile somut
olarak vatan toprağını belirlemiştir.
Macaristan’da Turancılık
Macaristan bugün Orta Avrupa’da bulunan
kuruluşu onuncu yüzyıla dayanan bir devlettir. Ülkede konuşulan resmi dil
Macarca olup Avrupa devleti olmasına rağmen diğer Avrupa ülkeleri gibi Hint –
Avrupa dilerinden biri değildir. Macarca Fin – Ugor dillerinden biridir. Finlandiya da
bir diğer Fin-Ugor dili kullanan Avrupa ülkesidir. Macarlar Avrupa’ Germenik
halklar ile Slavlar arasında kalmış ancak kendi benliklerini koruyarak asimile
olmamışlardır. Macarlar köklerinin doğuda olduğunun bilincindedirler ve bu
gelenek ile Turancılık düşüncesi ortaya çıkmıştır. Özellikle
Avusturya-Macaristan monarşisinin yıkılması ile Macaristan’da milliyetçi
akımlar artmış Turancılık çok önemli bir düşünce olarak 1910 yılında bir dernek
çatısı altında geliştirilmiştir. Kurulan bu Turan Derneği yayınladığı dergi ile
düşün hayatında önemli bir yer edinmiştir.
Macar Turancılığı her ne kadar ortak
kökene dayansa da dil konusunda oldukça farklı coğrafyaları kapsamaktadır.
Örneğin Türk Turan anlayışında her ne kadar bugün farklılaşmış olsalar da Türk
dilleri konuşan halkların ve onların yaşadığı bölgeler akla gelmektedir. Macar
Turancılık düşüncesin de dil benzerliği çok fazla vurgulanmamaktadır.
Macaristan Turan Derneği 1913
yılında Türkiye’ye gezi düzenleyerek Turan halklarından olan Türkleri daha iyi
tanımayı amaçlamışlardır.
Osmanlı’da Turancılık
Osmanlı Devleti toprak kayıpları ile
beraber çözüm yolları aranmış ve ilk başta Osmanlıcılık akımı öne
çıkmıştır. Balkan topraklarında artan
milliyetçilik ile bu düşünce yerini 19. Yüzyılın ortalarından itibaren
Türkçülük akımına bırakmıştır. İlk başta dil konusunda ortaya çıkan bu akım
hızla siyasileşerek Osmanlı aydınları üzerinde etkisini arttırmıştır.
Aynı dönemde Avrupa’da da
Türkoloji’ye ilgi artmış ve özellikle Macar Ármin Hermann Vámbéry’in
çalışmaları Osmanlı aydınları tarafından ilgi çekici bulunmuştur. Daha
sonraları Alman bilim adamlarınca çözülen Göktürk Yazıtları’nın okunması ile
beraber tarihsel olarak Türk’lerin kökenine ilgi daha da artmıştır.
Ahmed Vefik Paşa’nın Türkçe üzerine
görüşleri Yusuf Akçura tarafından “…dil vasıtası ile çok geniş bir coğrafyaya
yayılan Türk birliğini göstermiştir” olarak değerlendirilir. Yusuf Akçura dilde
Türkçülüğün ikinci önemli adımının Süleyman Paşa’nın Tarih-i Alem adlı esiri olduğunu söylemektedir. Bu eserde Türk
ırkının kahramanlıklarının gelecek kuşaklara aktarılmasını sağlamak için
yazılmıştır. Bu Osmanlı’da dil üzerinde
başlayan Türkçülük akımın ilk örnekleri olarak görülebilir. Bu dönemde yazılan Mehmet Emin’in “Ben bir
Türküm, dinim cinsim uludur” diye başlayan şiiri Osmanlı’da Türkçülük akımının
başlarındaki önemli bir eserdir.
1904 yılında Yusuf Akçura’nın “Üç Tarz-ı
Siyaset” eseri Türkçülüğü siyasi anlamda ortaya çıkaran ilk eserlerdendir. Rus
çarlığının genişlemeci politikaları karşısında çarlığın içerisinde bulunan Türk
halkları ile Osmanlı birbirine yakınlaşmıştır. Yusuf Akçura Osmanlı’nın
kurtuluşu için Türk dil ve kültürünün hâkim olduğu coğrafyanın tamamını
birleştirerek büyük bir devlet haline gelmesini tek çıkar yol olarak
görmekteydi.
Gaspıralı İsmail Bey’in ünlü deyişi
“Dilde, fikirde, işte birlik” sözü Türkçülüğü özetler ve tüm Turan coğrafyasını
kapsamaktadır. Bu söylem ilk önce Kırım tatarları arasında daha sonra ise Volga
tartları arasında geniş yankı buldu. Azerbaycan’da da Turancılık fikri
yayılmakta ve burada ünlü düşünür Hüseyinzade Ali (Turan) Osmanlı aydınlarını
etkilemekteydi.
II. Meşrutiyet ile beraber Türkçülük
akımı örgütlenerek 1908 yılının sonlarında Türk Derneği kurulmuştur. Ahmet
Mithat, Emrullah Efendi, Veled Çelebi, Necib Asım, Korkmazoğlu Celal, Yusuf
Akçura, Akyiğitoğlu Musa, Fuad Raif, Rıza Tevfik, Ferit, Bursalı Tahir, Agop
Boyacıyan, Arif, Mülkiye Mektebi Müdürü Mehmed Celal, Ahmet Hikmet ve Ispartalı
Hakkı Türk Derneği’nin kurucu üyeleridir. Bu dernek daha sonra 1911 yılında
Türk Ocağı’nın açılması ile sona ermiştir. Benzer dönemlerde Türk Yurdu
Cemiyeti ve Turan Neşr-i Maarif Cemiyeti gibi dernekler kurularak Turan fikrini
yayınladıkları dergiler ile geliştirmişlerdir. Türk Ocağı kurutulduktan sonra
büyüyerek kısa sürede 14 Türk Ocağı açılmış ve Türklük bilinci bu ocaklar
sayesinde aktarmaya çalışılmışlardır.
Bu dönemde artık hem Osmanlı’nın
kurtarılması fikri hem de tüm dünyadaki Türklerin siyasal birlik olması fikri
beraber ele alınmaya başlanmıştır. Osmanlı dışında kalan ve özellikle Rusya
içindeki Türler ile kardeşlik ve Turan fikri gelişmiştir. Özellikle Ziya Gökalp
bu hareketin bir yön göstericisi olarak “Vatan ne Türkiye’dir Türklere, ne
Türkistan; Vatan büyük ve müebbet bir ülkedir: Turan” mısraları ile Turancılık
fikrinin tanımını yapmıştır. Türk edebiyatının önemli ismi Ömer Seyfettin de
Türklerin vatanını milli vatan, dini vatan ve fiili vatan olarak üç tür
olduğunu dile getirerek Turan vatanını ve Turancılığı tanımlar.
Gerek Osmanlı içinde yaşayan gerekse
Rus Çarlığında yaşayan Türkleri kapsayan Turan fikri aynı dili konuşan ve
özellikle İslamiyet altında birleşen Türkleri ifade etmektedir. Bu dönemde Macar Turancılığı da ilerlemekte
ve Yusuf Akçura “Türklerin ve Macarların Turan karşısında tarihi görevleri,
hatta ortak vazifeleri vardır” sözü ile Turan kardeşliğine vurgu yapmıştır.
Ayrıca Büyük Turan’ı da ““...Avrupa ve Asya’ya yayılmış müttehid veya
mütteferrik bilcümle Türklerin-Manço-Moğol, Fin ve Türk hepsinin-
memleketlerini muhtevi bir büyük vatan...” sözleri ile tanımlayarak geniş
manada ele almıştır. Ancak bu kadar geniş bir Turan anlayışının çok da benimsememiş
ve bunun yanında Küçük Turan tanımını da “Küçük Turan tabirinden ise yalnızca
Türklüğün bir şubesini Manço, Moğol, Fin hariç kalmak üzere – Türk kısmını
ihtiva eden bir Türk vatanı ...” sözleri ile Türkler ile sınırlı tutmuştur.
Turancılık Akımının Dayanakları
19. yüzyılda hızla artan
milliyetçilik akımları büyük imparatorlukları ulus devletlere bölmüştür. Bu
akımdan en çok etkilenen imparatorluklardan biri de Osmanlı İmparatorluğudur.
İçerisinde çeşitli halkları barındıran Osmanlı, milliyetçilik akımının
yayılması ile birçok isyan ile karşılaşmış ve topraklarından yeni ulus
devletler doğmuştur. Osmanlı içinde gelişen Türkçülük akımı hem bir yandan
Osmanlı bütünlüğünü korumak isterken bir yandan ise bir milleti hudutlar ile
sınırlanamayacağını savunuyorlardı. “Bir
milleti siyasi hudutlar ayıramaz” sözü ile Ömer Seyfettin Türk milletinin büyük
bir coğrafyada olduğu vurgusunu yapmaktadır. Benzer şekilde Türkçülüğün önemli
fikir babalarından Ziya Gökalp de “Süngü beni ayırsa da vahdetimi unutmam, Dilde,
dinde müşterekiz, hep gelmişiz bir bilden. Devletimin kaygısıyla milletimi
unutmam, Anadolu bir iç-ildir, ayrılamaz dış-ilden” mısraları ile Türk
milletinin Anadolu coğrafyasından fazlasını kapsadığını söylemektedir. Gökalp’a
göre bir milleti dil, din ve tarih birliği oluşturmaktadır.
Turan Milletlerinin Tarihi
Tarih birliği bir milleti oluşturan
dilden sonraki en önemli, unsurdur. Ziya Gökalp “bir kavim tarihinin en kadim membalarına
çıkarak millî hayatının ilk inkişaf hamlelerini duyarsa, kaybetmiş olduğu ruhu
yeniden bulmuş olur” sözü ile tarih birliğinin milleti oluşturduğunu vurgulamıştır.
Ahmed Ağaoğlu Tarih yazılarını, Osmanlı tarihini aşarak Türk tarihini çok daha
gerilere götürmüştür. Sümer ve Akad medeniyetlerini Türk sayarak medeniyetin
başlangıcını Turan halklarının eseri olduğunu vurgulamıştır. Ayrıca Hititlerin
de Türk olduğunu belirtmiştir. Yine ünlü düşünür, yazar ve şair Ziya Gökalp’ten
alıntı yapmak gerekirse “Biz Türk Han’ın beş oğluyuz. Gök Tanrı’nın öz kuluyuz.
Beşbin yıllık bir orduyuz, Turan yurdu durağımız! Ak-ordumuz sola gitti, Üç
hakanlık tesis etti, Medi, Sümer-Akkad, Hit’di Bu şanlı oymağımız” mısraları
Türklüğün ve Turan halklarının tarihinde Sümer, Akad ve Hitit olduğunu
söylemiştir.
Turancılıkta Kültürel Birlik
Turancılık çerçevesinde kültürel
birlik bir milleti oluşturan üç temel unsurdan biridir. Turan fikrinde millet
olma bilinci önemli bir yer tutar. Ziya Gökalp Kızıl Elma şiirinde Turanı “Kızılelma
yok mu? Şüphesiz vardır; Fakat onun semti başka diyardır... Zemini mefkûre,
semâsı hayal... Bir gün gerçek, fakat şimdilik masal” şeklinde tanımlar. Bu
dönedeki Ağaoğlu Ahmed Bey de Ziya Göklap’e benzer şekilde Turanın siyasal bir
birlik olarak gerçekleşmesini kısa vadede gerçekçi görmemektedir. Bu yüzden Turan
halklarının kültürel birliğini daha önemli bularak özellikle dil konusundaki
birliğe ağırlık vermektedirler. Ziya Gökalp bu birliğin özellikle İslam dini
ile bütünleşmiş olduğunu vurgular ve Türklerin Müslüman olduğunu söyler. Balkan
savaşlarında Hıristiyan Avrupa’nın balkan uluslarına yardımı Osmanlıcılık
akımına vurduğu darbe ile milliyetçiliği Hıristiyanlığa karşı İslam çatısı altında
toplama düşüncesi ağır basmıştır. Ziya Gökalp’in milliyetçiliğinde İslam unsuru
bundandır.
Osmanlının üst üste toprak
kaybetmesi Osmanlı aydınlarında modernleşme fikrinin yayılmasına sebep
olmuştur. Milliyetçilik akımının tüm Avrupa’da tesiri ile Türk milliyetçileri
de modernleşme arayışına girmişlerdir.
Bu modernleşme Türklüğü layık olduğu seviyeye çıkartmayı amaçlamaktadır.
Ziya Gökalp’in Selanik’te Ömer Seyfettin ile çıkardıkları Genç Kalemler
dergisinde modernleşme ile ilgili makaleler yayınlanmıştır. Ancak bu
modernleşme kesinlikle tamamen batılılaşma değil Türk kültürünün korunarak
ilerlemecilik anlamına gelmektedir. Bilimsel kavramlar, teknik ve teknolojinin
halklar arasında geçişken olduğunu söyleyen Gökalp ancak kültürün halkların
belirleyici özelliği olduğunu ve değişmemesi gerektiğini vurgular. Ziya Gökalp
bunu İslam ümmetinden, Türk milletinden ve Batı medeniyetinden olmak olarak
formülüze eder.
Birinci Dünya Savaşı ve Turancılık
Birinci dünya savaşının başlamasının
ardından Osmanlı Almanya ile beraber savaşa girer. Turan düşüncesindeki
aydınlar özellikle Rusya’da bulunan Türk halkları ile birleşmeyi arzulamaktadır.
Ömer Seyfettin “evvelâ Rusların zulmü altında yıllardan beri din ve dil
kardeşlerimiz olan Türkleri kurtararak siyasî hududumuzun içine alacağız.
Ruslardan ilk hamlede Kafkasya’yı zapt edip yavaş yavaş anavatanımız olan
Türkistan’a yürümeğe başlayacağız” diye yazarak bu isteği dile getirmektedir.
Yönetimdeki İttihat ve Terakki Türk
milliyetçiliğini savunmaktaydı. Turan fikrini bu savaş vesilesi ile siyasi
olarak gerçekleştirebileceklerini düşünüyorlardı. İlk hedef olan Kafkasya’daki
Türkleri ile iletişime geçildi. Tekinalp yazılarında Moskava’yı düşman olarak
göstererek Rusya içerindeki Türklerin bir Türk imparatorluğu altında
birleşebileceğinden bahsetmektedir. Feyzullah Sacit’in de Almanya yanında
girilen savaştan beklentisi bir Turan devleti kurulmasıdır. Ziya Gökalp’te şiirlerinde Turan ve Türk
milletinin büyük bir devlet haline geleceğinden bahseder. Yazarın “Her ülkede
Türk bir devlet yapacak; Fakat bunlar birleşecek nihayet... Hep bir dille aynı
dine tapacak, Olacak tek harsa malik bir millet” ve “Düşmanın ülkesi viran
olacak! Türkiye büyüyüp Turan olacak” dizeleri Turan idealinin ne kadar güçlü
olduğunu göstermektedir.
Savaş bitmeden Rusya Çarlığı
yıkılmış ve Bolşevik devrimi yaşanmıştır. Bu haber Turan’ı kurmak için çok
büyük bir fırsat olarak görülmüş ve hedefe çok az kaldığı düşünülmüştür. Ziya
Gökalp’in “Çok geçmeden birdenbire, Parçalandı Rus ülkesi, Sevinçle düştü
Tekbir’e Elli milyon Türk’ün sesi... Artık Turan hayal değil, Hakikate döndü bu
gün... Türk bilecek yalnız bir dil, Bizim için bu bir düğün” dizeleri ile bu
Turan’ın yakın olduğunun müjdesini sevinçle vermektedir. Gökalp “Rusya’daki
Türkler Ne Yapmalı” eserinde Türk tarihini evrelere ayıran yazar. Artık bu
tarihten itibaren Asya’daki Türklerin dördüncü bir Ergenekon’dan çıkma hadisesi
yaşayacağını söyler. Kısaca makalesinde Rusya’daki Türklere şu önerilerde
bulunur: Türklerin vatanı Turan, tarihte üçü Türk üçü ise yabancı olmak üzere
altı farklı hâkimiyet devresi geçirmiştir.
İlki m.ö. 209 ile m.s. 93 senesi arasındaki Türk hâkimiyet devridir.
İkinci devir Tatar devri, üçüncü devir ikinci Türk devri olup, dördüncüsü Moğol
devri, beşincisi üçüncü Türk devri ve altıncı ise Rus devridir. Bundan sonra
gelecek devri ise dördüncü Türk devri olacaktır. Birçok millet ufak parçalara
ayrılıp mahallî beylere tabi olduğundan bağımsızlıklarını kazanamamaktadır. Bu
yüzden Rusya’da bulunan Türkler tek ve büyük bir Türk devleti oluşturma gayreti
içerisinde olmalıdır. Tarih boyunca bu tür birleşmeler her ne kadar savaş ve
zor yoluyla olmuşsa da bu devirde bu yönteme gerek kalmamıştır. Türklerin en
eski geleneklerinden biri de itaattir. Bu bazı kesimlerce yanlış olarak itaatin
esaret getireceği şeklinde yorumlanmaktadır. Hâlbuki bu kavram bağımsızlığın
anahtarı da olabilir. İtaat etmesini bilmeyen bir ordunun başarılı olmasına
imkân yoktur. Bu yüzden yöneticiye itaat her zaman gereklidir. Devlet
yöneticilerinin, ister mutlakıyette ister meşrutiyette isterse de cumhuriyette
olsun halk tarafından saygı görmesi gerekir. Bunlara saygı göstermeyenler
uyarılmalı ve hatta cezalandırmalıdır. Yöneticinin de tüm halkı ayırmadan
kucaklaması gerekmektedir. Sadece tacirlerin korunup çiftçinin işçinin hakkının
korunmadığı sistem ne kadar yanlış ise halkı sadece işçiden ibaret sanıp diğer
suçsuz sınıfların mensuplarını cezalandırmak da o kadar yanlıştır. Sovyetlerin
hatası bu olmuştur. Ayrıca sosyalizm mülkiyet üzerine tamamen devlet egemenliği
kurup bireyselliği dışlarken Rusya’daki Türkler bundan uzak durmalı, solidarist
bir sistem kurmalıdırlar. Bunun için ilk önce yerel yönetimler oluşturmalı
sonra bir kongre ile bu yönetimler ortak bir lider ortaya çıkarmalıdır. Sadece
Türklük ve Müslümanlık çevresinde toplanılmalı bunun dışında aşiret, kabile
gibi ayrımcılığa asla izin verilmemelidir. Bu merkezi hükümet oluşturulduktan
sonra hızla ordu kurulmalıdır. Bu ordunun ve hükümetin başına geçecek kahraman
hem şeyhlerin hem âlimlerin takdirine şayan olmalıdır. Ancak böyle bir kahraman
ile kurtuluş mümkündür. Bu kişi tüm yetkiler ile donatılmalı ve istediğinde mahalli
liderleri görevlerinden alabilmeli mahalli liderler kendilerine bağlı olanları
görevden alabilmelidir. Bu ordu hiyerarşisini andıran sistem bazılarınca
özgürlük ve bağımsızlık gibi açılardan eleştirilecek olsa da bugün batıdaki
devletlerde işleyiş aynı şekildedir. Rusya’daki Türklerin tek kurtuluşu bu
yoldur. Bu öneriler özellikle Enver Paşa gibi liderleri etkileyerek İttihak ve
Terakki yönetiminin amacı haline gelmiştir.
Birinci Dünya Savaşı’nın sonlarına
doğru Osmanlı’nın durumu git gide kötüleşmekteydi. Türk Ocağı’nda da çeşitli
tartışmalar başlamıştı. Bir taraf Turan devletini kurmaya yaklaşıldığını ve
ilginin Asya’daki Türk milletleri ile birleşmeye kaydırılması gerektiğini
düşünürken Halide Edip Adıvar gibi kişiler ise Turanın bir idea olduğunu ve
önceliğin Anadolu’ya verilmesi gerektiğini savunmaktadır.
Bu dönemde İttihat ve Terakki
önderleri Turan ülkesini kurmayı savunsalar da parti içinden Kazım Nami gibi
isimler Turan’ın bir kültürel birlik ifadesi olduğunu savunmaktadır.
Enver Paşa savaşın kaybedileceği
anlaşıldıktan sonra Turan ideali için önce Rusya’ya ve oradan da Orta Asya’ya
geçmiştir. Burada Bolşevik hükümetine karşı Turan ordusunu örgütlemiştir. 1922
yılında Bolşevik ordusu ile yapılan savaşta şehit düşmüştür. Bundan sonra
Bolşevik hükümetinin Rusya üzerindeki hâkimiyetinin tamamlanması ve Türkiye
Cumhuriyetinin kurulması ile bu dönemde Turan devletini oluşturma fikri zemin
bulamamıştır.
Türkiye Cumhuriyeti’nde Turancılık
Birinci dünya Savaşı’ndan mağlup
ayrılan Osmanlı Devleti işgal altına girmeye başlamış ancak buna sert tepki
gösteren Türk halkı Mustafa Kemal önderliğinde Kurtuluş Savaşı vererek Türkiye
cumhuriyeti kurmuştur. Yeni kurulan bu devlet Türk milliyetçiliği ve ulus
devlet çerçevesinde kendini tanımlamıştır. Yeni kurulan cumhuriyet sınırlarını
Misak-ı Milli olarak belirlemiş ve yayılmacı bir politika izlemeyeceğini açıkça
belirtmiştir.
Yusuf Akçura yeni kurulan
cumhuriyette demokratik Türkçülük tanımı yaparak yayılmacı politikanın yanlış
olduğunu söylemiştir. Kurtuluş Savaşı’nda görev alan Ahmed Ağaoğlu’da Misak-ı
Milli sınırları içerisinde Türk milliyetçiliğini savunmaktadır. Ziya Gökalp’in
ünlü eseri Türkçülüğün Esasları’nda ırkçı bir yaklaşımı reddederek kültürün
önemli olduğunu vurgulamıştır.
Dr. Rıza Nur 1924 yılında Türkleri
bir çatı altında federasyon içinde toplama fikrini öne sürmüştür. Rıza Nur’un
öne sürdüğü Büyük Turan Devleti Macaristan ve Finlandiya’dan Çin’e dek uzanmaktadır.
Bu farklı yaklaşımı ile Turancılık hareketinde kayda değer bir yeri vardır.
Ayrıca Turan halkının 4000 yıllık bir geçmişi olduğundan da söz eder.
Zakir Kadiri Türk Yurdu dergisinde
Türklerin fiziksel özelliklerini sıralayarak sadece din dil ve kültür birliğini
değil bir takım kalıtsal özelliklerinde Türklük tanımında olabileceğini
belirtir.
Türk Ocakları Cumhuriyet Halk
Fıkrası içine alınarak kapatılmasının ardından Nihal Atsız 1931 yılında Atsız
Mecmua adında yeni bir dergi yayınlamaya başlar. Burada Türk ırkı ile yazılar
yazan Atsız bir süre sonra üniversitedeki görevinden uzaklaştırılmıştır.
1933 yılında yayına başlayan Birlik
dergisi Millet tanımını “Kanı bir, kültürü bir, ülküsü bir insanların
topluluğu! Bizim için milliyet sınır tanımaz! Bu düşünce özünü tarih
inkılâbımızdan alıyor! Kazan Türkü, Kırım, Kâşgar, Semerkant ve Bakü Türkü
sınırlarımız içinde yaşamayan, fakat bizden olanlardır” şeklinde tanımlamıştır.
Bu dönemde Almanya’da Nazilerin
yükselişi ve yaklaşan savaş durumunun sezilmesi Sovyetler ve Almanya ile ilgili
yazılar yazan dergilerin kapanmasına neden olacaktır.
Nihal Atsız Turancılık’ı Türklerin
tek kurtuluş yolu olarak görmekte Azerbaycan, Türkmenistan, Kırım’da yaşayan
Türklerin birleşmeden yeterince güçlü olamayacağını savunmuştur. Hatta “Türklerin ya Batı Trakya’dan
Yakutistan’a kadar birleşecek ya da ortadan kalkacaktır” cümlesi ile birleşme
olmadan Türklerin geleceğinin olmadığını iddia etmiştir. Turancılık Türkler
için tek yoldur. Daha sonraki aşamada ise tüm dünyayı Türkleştirmeyi
hedeflemiştir. Reha Oğuz Türkkan ise ilk önce Türkiye üzerinde yoğunlaşılması
gerektiğine vurgu yapmaktadır. Bu iki cumhuriyet dönemi düşünürü birbirlerine
cevaben birçok yazı yazmış ve karşıt görüşler belirtmiştir. Türkkan tek
bağımsız Türk devleti olan Türkiye olmadan Turancılığın olamayacağını
söylemiştir.
Atsız daha önceki dönem
Turancılarından farklı olarak sadece Türkçe konuşmanın Türk birliği için
yeterli olmadığını kan bağının da olması gerektiğini söylemiştir. Benzer
şekilde Rıza Nur’da kültürün Turan milletleri için yeterli bir birleştirme
aracı olmadığını milliyetin ırk ve kan meselesi olduğunu söylemiştir. Türkkan
Türk milletini diğer milletlerden ayıran fiziksel özelikler üzerinde durmuştur.
Bu tutumu Atsız ile benzeşmektedir. Türkkan Turan için savaşın gerekeceğini ve
esaretteki Türkleri rica ile esaretten kurtulamayacağı bunun için savaşmak
gerektiğini yazmıştır.
Atsız İslamiyet’in Türklük için
gerekli olmadığını savunarak ilk dönem Turancılardan ayrılmaktadır. Irk
haricinde başka bir birlik öğesi olmasına karşı çıkıyordu. Hüseyin Namık Orkun
da Türklük ile dini birbirinden ayrı ele alarak dini birleştirici bir unsur
olarak görmemektedir. Orkun “...Türkün de müşterek bir Tanrısı olduğunu ve buna
Türk Tanrısı adı verildiğini “ söyleyerek İslamiyet öncesi Türk inancına atıfta
bulunur.
İkinci Dünya Savaşı’nın sonlarına
doğru Nihal Atsız’ın üniversite ve okullardaki komünistleri bakanlığa şikâyet
ettiği açık mektup ile ilgili Sebahattin Ali dava açmıştır. Hükümet Turancı 47
kişinin isimlerini İstanbul sıkıyönetimine bildirmiştir. Bunlar tutuklanarak
bir kısmı için dava açılmıştır. Ceza alanlar İkinci Dünya Savaşı’nın
bitmesinden sonra temyiz ile serbest bırakılacaktır. Bu dönemden sonra
Turancılık fikirlerini gelecek kuşaklara aktarmaya devam edeceklerdi.
KAYNAKÇA
https://islamansiklopedisi.org.tr/turan.
adresinden alınmıştır
https://tr.wikipedia.org/wiki/Macaristan
adresinden alınmıştır
Agayev,
A. Türk Yurdu,Cilt:1, Ankara, Tütibay Yayınları. Ankara: Tütibay Yayınları.
Akçura,
Y. Yeni Türk Devletinin Öncüleri.
Arıkan,
Z. (1992). Millî Cereyanlar. Tarih ve Toplum (102).
Aydemir,
Ş. S. Enver Paşa, Cilt III.
Çolak,
M. Macaristan’da Türk Dünyasına İlgi, Tarihi Arka Plan Ve Avrasya. Türkistan
Forumu III, (s. 147-156).
Gökalp,
Z. Türkleşmek, İslâmlaşmak, Muasırlaşma.
Gültepe,
N. Turan, Turancılık Tarihinin Kaynakları.
Heyd,
U. (2002). Türk Ulusçuluğunun Temelleri. Ankara: T.C. Kültür Bakanlığı
Yayınları.
Kadirî,
Z. Türklerin Kavmî ve Kabilevî Terkibi Meselesi. Tübitay yayınları.
Nihal,
H. Çanakkaleye Yürüyüş.
Nur,
R. (1982). Türk Tarihi, Birinci Cilt. İstanbul: Toker Yayınları.
Orkun,
H. N. Milliyet İdeali ve Topyekün Milli Terbiye. Çınaraltı (71).
Önen,
N. (2013). Turancı Hareketler: Macaristan Ve Türkiye. Ankara: Ankara
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Kamu Yönetimi Ve Siyaset Bilimi (Siyaset
Bilimi) Anabilim Dalı.
Parla,
t. Ziya Gökalp,Korporatizm ve Türkiye’de Demokrasi.
Seyfettin,
Ö. Yarınki Turan Devleti, içinde, Türklük Üzerine Yazılar.
Tansel,
A. (1989). Ziya Gökalp Külliyatı-1, Şiirler ve Halk Masalları. Ankara: Türk
Tarih Kurumu.
Tekinalp.
Türkçülük ve Pantürkçülük Ülküsü.
Türkkan,
R. O. (tarih yok). “Savaşçılık, Savaş Bir Felâket midir?”. Bozkurt .
Türkkan,
R. O. Ülkü ve Hayat. Bozkurt (4).
Üstel,
F. Türk Ocakları.
Yamauchi,
M. Hoşnut Olamamış Adam- Enver Paşa.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder