8 Mayıs 2025 Perşembe

TURANCILIK

 

Turan

            Turan TDK’ye göre “Turancıların dünyadaki bütün Türkleri birleştirerek kurmayı amaçladıkları ülkenin adı, Türklerin Orta Asya'daki en eski yurtları.”anlamlarına gelmektedir.  Kelime daha önceleri farsça kökenli olup İran’ın kuzeyindeki bölge için kullanılmaktaydı. Daha sonra ise geniş anlamda Ural-Altay ve Fin-Macar olarak isimlendirilebilecek halkların yurdu anlamında kullanılmıştır. Tarihi kaynaklarda (Yâkūt el-Hamevî)  bazen Mâverâünnehir ve çevresi için kullanıldığına rastlanmıştır.

            Turan kavramının Osmanlılarda ilk kez görüldüğü belge 1786 yılında Buhara’ya gönderilen bir mektuptur. Bu erken tarihli belgeden sonra bugünkü anlamı ile ortaya çıkması 19. Yüzyılın ikinci yarısında olur. Rusya’da yaşayan Türk aydınları Turan fikrini Rusya’nın Slavlaştırma politikasına karşı oluşturur. Turan fikri Osmanlı aydınları arasında oldukça ilgi görmüştür. Özellikle Ziya Gökalp’ın Türk tarih bilinci ile Turan fikrini geliştirmesi sayesinde Türkçülük akımı ile beraber gelişmiştir. Ziya Gökalp Turan’ın Türklerin olduğu yerler ve Türkçe konuşanların oluşturduğu kişilerden oluşan bir devlet fikri olduğunu söylemiştir.

  


          Osmanlı imparatorluğu içinde bulunan halkların milliyetçilik akımları ile başkaldırıp bağımsızlık ilan etmeleri Osmanlı aydınlarında Türkçülük akımı olarak karşılık bulmuştur. Bu akım düşüncelerini Osmanlı olarak sınırlamamış ve tüm dünyadaki Türklerin önce kültürel birliğinin daha sonra ise siyasa birliğinin sağlanacağını öngörmüşleridir. Bu ideale de kızıl elma ismi verilmiştir.

            Turancılık fikri Osmanlıda Türkçülük akımı içersinde ilerlerken aynı zamanda Macaristan’da da etkili olmaya başlamıştır. Osmanlı aydınları her ne kadar Macar toplumunu akraba topluluk olarak görse de Turan fikri sadece Türk ve Müslümanları kapsıyordu.

            Birinci Dünya Savaşı ile Türkçülük fikirleri bir devlet siyaseti haline gelmiş ancak savaşın kaybedilmesi ve sonrasında Osmanlı’nın dağılması Türk aydınlarında Turan fikirlerinde farklılaşmaya yol açmıştır. Ziya Gökalp Turan sınırlarını Oğuz Türklerine kadar sınırlamıştır.

            Türkiye Cumhuriyeti, kuruluşunun ardından Pantürkizm akımlarına karşı çıkmış Misak-ı Milli sınırları ile somut olarak vatan toprağını belirlemiştir.

Macaristan’da Turancılık

            Macaristan bugün Orta Avrupa’da bulunan kuruluşu onuncu yüzyıla dayanan bir devlettir. Ülkede konuşulan resmi dil Macarca olup Avrupa devleti olmasına rağmen diğer Avrupa ülkeleri gibi Hint – Avrupa dilerinden biri değildir. Macarca  Fin – Ugor dillerinden biridir. Finlandiya da bir diğer Fin-Ugor dili kullanan Avrupa ülkesidir. Macarlar Avrupa’ Germenik halklar ile Slavlar arasında kalmış ancak kendi benliklerini koruyarak asimile olmamışlardır. Macarlar köklerinin doğuda olduğunun bilincindedirler ve bu gelenek ile Turancılık düşüncesi ortaya çıkmıştır. Özellikle Avusturya-Macaristan monarşisinin yıkılması ile Macaristan’da milliyetçi akımlar artmış Turancılık çok önemli bir düşünce olarak 1910 yılında bir dernek çatısı altında geliştirilmiştir. Kurulan bu Turan Derneği yayınladığı dergi ile düşün hayatında önemli bir yer edinmiştir.

            Macar Turancılığı her ne kadar ortak kökene dayansa da dil konusunda oldukça farklı coğrafyaları kapsamaktadır. Örneğin Türk Turan anlayışında her ne kadar bugün farklılaşmış olsalar da Türk dilleri konuşan halkların ve onların yaşadığı bölgeler akla gelmektedir. Macar Turancılık düşüncesin de dil benzerliği çok fazla vurgulanmamaktadır.

            Macaristan Turan Derneği 1913 yılında Türkiye’ye gezi düzenleyerek Turan halklarından olan Türkleri daha iyi tanımayı amaçlamışlardır.

Osmanlı’da Turancılık

            Osmanlı Devleti toprak kayıpları ile beraber çözüm yolları aranmış ve ilk başta Osmanlıcılık akımı öne çıkmıştır.  Balkan topraklarında artan milliyetçilik ile bu düşünce yerini 19. Yüzyılın ortalarından itibaren Türkçülük akımına bırakmıştır. İlk başta dil konusunda ortaya çıkan bu akım hızla siyasileşerek Osmanlı aydınları üzerinde etkisini arttırmıştır.

            Aynı dönemde Avrupa’da da Türkoloji’ye ilgi artmış ve özellikle Macar Ármin Hermann Vámbéry’in çalışmaları Osmanlı aydınları tarafından ilgi çekici bulunmuştur. Daha sonraları Alman bilim adamlarınca çözülen Göktürk Yazıtları’nın okunması ile beraber tarihsel olarak Türk’lerin kökenine ilgi daha da artmıştır.

            Ahmed Vefik Paşa’nın Türkçe üzerine görüşleri Yusuf Akçura tarafından “…dil vasıtası ile çok geniş bir coğrafyaya yayılan Türk birliğini göstermiştir” olarak değerlendirilir. Yusuf Akçura dilde Türkçülüğün ikinci önemli adımının Süleyman Paşa’nın Tarih-i Alem adlı esiri olduğunu söylemektedir. Bu eserde Türk ırkının kahramanlıklarının gelecek kuşaklara aktarılmasını sağlamak için yazılmıştır.  Bu Osmanlı’da dil üzerinde başlayan Türkçülük akımın ilk örnekleri olarak görülebilir.  Bu dönemde yazılan Mehmet Emin’in “Ben bir Türküm, dinim cinsim uludur” diye başlayan şiiri Osmanlı’da Türkçülük akımının başlarındaki önemli bir eserdir.

            1904 yılında Yusuf Akçura’nın “Üç Tarz-ı Siyaset” eseri Türkçülüğü siyasi anlamda ortaya çıkaran ilk eserlerdendir. Rus çarlığının genişlemeci politikaları karşısında çarlığın içerisinde bulunan Türk halkları ile Osmanlı birbirine yakınlaşmıştır. Yusuf Akçura Osmanlı’nın kurtuluşu için Türk dil ve kültürünün hâkim olduğu coğrafyanın tamamını birleştirerek büyük bir devlet haline gelmesini tek çıkar yol olarak görmekteydi.

            Gaspıralı İsmail Bey’in ünlü deyişi “Dilde, fikirde, işte birlik” sözü Türkçülüğü özetler ve tüm Turan coğrafyasını kapsamaktadır. Bu söylem ilk önce Kırım tatarları arasında daha sonra ise Volga tartları arasında geniş yankı buldu. Azerbaycan’da da Turancılık fikri yayılmakta ve burada ünlü düşünür Hüseyinzade Ali (Turan) Osmanlı aydınlarını etkilemekteydi.

            II. Meşrutiyet ile beraber Türkçülük akımı örgütlenerek 1908 yılının sonlarında Türk Derneği kurulmuştur. Ahmet Mithat, Emrullah Efendi, Veled Çelebi, Necib Asım, Korkmazoğlu Celal, Yusuf Akçura, Akyiğitoğlu Musa, Fuad Raif, Rıza Tevfik, Ferit, Bursalı Tahir, Agop Boyacıyan, Arif, Mülkiye Mektebi Müdürü Mehmed Celal, Ahmet Hikmet ve Ispartalı Hakkı Türk Derneği’nin kurucu üyeleridir. Bu dernek daha sonra 1911 yılında Türk Ocağı’nın açılması ile sona ermiştir. Benzer dönemlerde Türk Yurdu Cemiyeti ve Turan Neşr-i Maarif Cemiyeti gibi dernekler kurularak Turan fikrini yayınladıkları dergiler ile geliştirmişlerdir. Türk Ocağı kurutulduktan sonra büyüyerek kısa sürede 14 Türk Ocağı açılmış ve Türklük bilinci bu ocaklar sayesinde aktarmaya çalışılmışlardır.

            Bu dönemde artık hem Osmanlı’nın kurtarılması fikri hem de tüm dünyadaki Türklerin siyasal birlik olması fikri beraber ele alınmaya başlanmıştır. Osmanlı dışında kalan ve özellikle Rusya içindeki Türler ile kardeşlik ve Turan fikri gelişmiştir. Özellikle Ziya Gökalp bu hareketin bir yön göstericisi olarak “Vatan ne Türkiye’dir Türklere, ne Türkistan; Vatan büyük ve müebbet bir ülkedir: Turan” mısraları ile Turancılık fikrinin tanımını yapmıştır. Türk edebiyatının önemli ismi Ömer Seyfettin de Türklerin vatanını milli vatan, dini vatan ve fiili vatan olarak üç tür olduğunu dile getirerek Turan vatanını ve Turancılığı tanımlar.

            Gerek Osmanlı içinde yaşayan gerekse Rus Çarlığında yaşayan Türkleri kapsayan Turan fikri aynı dili konuşan ve özellikle İslamiyet altında birleşen Türkleri ifade etmektedir.  Bu dönemde Macar Turancılığı da ilerlemekte ve Yusuf Akçura “Türklerin ve Macarların Turan karşısında tarihi görevleri, hatta ortak vazifeleri vardır” sözü ile Turan kardeşliğine vurgu yapmıştır. Ayrıca Büyük Turan’ı da ““...Avrupa ve Asya’ya yayılmış müttehid veya mütteferrik bilcümle Türklerin-Manço-Moğol, Fin ve Türk hepsinin- memleketlerini muhtevi bir büyük vatan...” sözleri ile tanımlayarak geniş manada ele almıştır. Ancak bu kadar geniş bir Turan anlayışının çok da benimsememiş ve bunun yanında Küçük Turan tanımını da “Küçük Turan tabirinden ise yalnızca Türklüğün bir şubesini Manço, Moğol, Fin hariç kalmak üzere – Türk kısmını ihtiva eden bir Türk vatanı ...” sözleri ile Türkler ile sınırlı tutmuştur.

 

 

Turancılık Akımının Dayanakları

            19. yüzyılda hızla artan milliyetçilik akımları büyük imparatorlukları ulus devletlere bölmüştür. Bu akımdan en çok etkilenen imparatorluklardan biri de Osmanlı İmparatorluğudur. İçerisinde çeşitli halkları barındıran Osmanlı, milliyetçilik akımının yayılması ile birçok isyan ile karşılaşmış ve topraklarından yeni ulus devletler doğmuştur. Osmanlı içinde gelişen Türkçülük akımı hem bir yandan Osmanlı bütünlüğünü korumak isterken bir yandan ise bir milleti hudutlar ile sınırlanamayacağını savunuyorlardı.  “Bir milleti siyasi hudutlar ayıramaz” sözü ile Ömer Seyfettin Türk milletinin büyük bir coğrafyada olduğu vurgusunu yapmaktadır. Benzer şekilde Türkçülüğün önemli fikir babalarından Ziya Gökalp de “Süngü beni ayırsa da vahdetimi unutmam, Dilde, dinde müşterekiz, hep gelmişiz bir bilden. Devletimin kaygısıyla milletimi unutmam, Anadolu bir iç-ildir, ayrılamaz dış-ilden” mısraları ile Türk milletinin Anadolu coğrafyasından fazlasını kapsadığını söylemektedir. Gökalp’a göre bir milleti dil, din ve tarih birliği oluşturmaktadır.

Turan Milletlerinin Tarihi

            Tarih birliği bir milleti oluşturan dilden sonraki en önemli, unsurdur. Ziya Gökalp “bir kavim tarihinin en kadim membalarına çıkarak millî hayatının ilk inkişaf hamlelerini duyarsa, kaybetmiş olduğu ruhu yeniden bulmuş olur” sözü ile tarih birliğinin milleti oluşturduğunu vurgulamıştır. Ahmed Ağaoğlu Tarih yazılarını, Osmanlı tarihini aşarak Türk tarihini çok daha gerilere götürmüştür. Sümer ve Akad medeniyetlerini Türk sayarak medeniyetin başlangıcını Turan halklarının eseri olduğunu vurgulamıştır. Ayrıca Hititlerin de Türk olduğunu belirtmiştir. Yine ünlü düşünür, yazar ve şair Ziya Gökalp’ten alıntı yapmak gerekirse “Biz Türk Han’ın beş oğluyuz. Gök Tanrı’nın öz kuluyuz. Beşbin yıllık bir orduyuz, Turan yurdu durağımız! Ak-ordumuz sola gitti, Üç hakanlık tesis etti, Medi, Sümer-Akkad, Hit’di Bu şanlı oymağımız” mısraları Türklüğün ve Turan halklarının tarihinde Sümer, Akad ve Hitit olduğunu söylemiştir.

 

 

Turancılıkta Kültürel Birlik

            Turancılık çerçevesinde kültürel birlik bir milleti oluşturan üç temel unsurdan biridir. Turan fikrinde millet olma bilinci önemli bir yer tutar. Ziya Gökalp Kızıl Elma şiirinde Turanı “Kızılelma yok mu? Şüphesiz vardır; Fakat onun semti başka diyardır... Zemini mefkûre, semâsı hayal... Bir gün gerçek, fakat şimdilik masal” şeklinde tanımlar. Bu dönedeki Ağaoğlu Ahmed Bey de Ziya Göklap’e benzer şekilde Turanın siyasal bir birlik olarak gerçekleşmesini kısa vadede gerçekçi görmemektedir. Bu yüzden Turan halklarının kültürel birliğini daha önemli bularak özellikle dil konusundaki birliğe ağırlık vermektedirler. Ziya Gökalp bu birliğin özellikle İslam dini ile bütünleşmiş olduğunu vurgular ve Türklerin Müslüman olduğunu söyler. Balkan savaşlarında Hıristiyan Avrupa’nın balkan uluslarına yardımı Osmanlıcılık akımına vurduğu darbe ile milliyetçiliği Hıristiyanlığa karşı İslam çatısı altında toplama düşüncesi ağır basmıştır. Ziya Gökalp’in milliyetçiliğinde İslam unsuru bundandır.

            Osmanlının üst üste toprak kaybetmesi Osmanlı aydınlarında modernleşme fikrinin yayılmasına sebep olmuştur. Milliyetçilik akımının tüm Avrupa’da tesiri ile Türk milliyetçileri de modernleşme arayışına girmişlerdir.  Bu modernleşme Türklüğü layık olduğu seviyeye çıkartmayı amaçlamaktadır. Ziya Gökalp’in Selanik’te Ömer Seyfettin ile çıkardıkları Genç Kalemler dergisinde modernleşme ile ilgili makaleler yayınlanmıştır. Ancak bu modernleşme kesinlikle tamamen batılılaşma değil Türk kültürünün korunarak ilerlemecilik anlamına gelmektedir. Bilimsel kavramlar, teknik ve teknolojinin halklar arasında geçişken olduğunu söyleyen Gökalp ancak kültürün halkların belirleyici özelliği olduğunu ve değişmemesi gerektiğini vurgular. Ziya Gökalp bunu İslam ümmetinden, Türk milletinden ve Batı medeniyetinden olmak olarak formülüze eder.

Birinci Dünya Savaşı ve Turancılık

            Birinci dünya savaşının başlamasının ardından Osmanlı Almanya ile beraber savaşa girer. Turan düşüncesindeki aydınlar özellikle Rusya’da bulunan Türk halkları ile birleşmeyi arzulamaktadır. Ömer Seyfettin “evvelâ Rusların zulmü altında yıllardan beri din ve dil kardeşlerimiz olan Türkleri kurtararak siyasî hududumuzun içine alacağız. Ruslardan ilk hamlede Kafkasya’yı zapt edip yavaş yavaş anavatanımız olan Türkistan’a yürümeğe başlayacağız” diye yazarak bu isteği dile getirmektedir.

            Yönetimdeki İttihat ve Terakki Türk milliyetçiliğini savunmaktaydı. Turan fikrini bu savaş vesilesi ile siyasi olarak gerçekleştirebileceklerini düşünüyorlardı. İlk hedef olan Kafkasya’daki Türkleri ile iletişime geçildi. Tekinalp yazılarında Moskava’yı düşman olarak göstererek Rusya içerindeki Türklerin bir Türk imparatorluğu altında birleşebileceğinden bahsetmektedir. Feyzullah Sacit’in de Almanya yanında girilen savaştan beklentisi bir Turan devleti kurulmasıdır.  Ziya Gökalp’te şiirlerinde Turan ve Türk milletinin büyük bir devlet haline geleceğinden bahseder. Yazarın “Her ülkede Türk bir devlet yapacak; Fakat bunlar birleşecek nihayet... Hep bir dille aynı dine tapacak, Olacak tek harsa malik bir millet” ve “Düşmanın ülkesi viran olacak! Türkiye büyüyüp Turan olacak” dizeleri Turan idealinin ne kadar güçlü olduğunu göstermektedir.

            Savaş bitmeden Rusya Çarlığı yıkılmış ve Bolşevik devrimi yaşanmıştır. Bu haber Turan’ı kurmak için çok büyük bir fırsat olarak görülmüş ve hedefe çok az kaldığı düşünülmüştür. Ziya Gökalp’in “Çok geçmeden birdenbire, Parçalandı Rus ülkesi, Sevinçle düştü Tekbir’e Elli milyon Türk’ün sesi... Artık Turan hayal değil, Hakikate döndü bu gün... Türk bilecek yalnız bir dil, Bizim için bu bir düğün” dizeleri ile bu Turan’ın yakın olduğunun müjdesini sevinçle vermektedir. Gökalp “Rusya’daki Türkler Ne Yapmalı” eserinde Türk tarihini evrelere ayıran yazar. Artık bu tarihten itibaren Asya’daki Türklerin dördüncü bir Ergenekon’dan çıkma hadisesi yaşayacağını söyler. Kısaca makalesinde Rusya’daki Türklere şu önerilerde bulunur: Türklerin vatanı Turan, tarihte üçü Türk üçü ise yabancı olmak üzere altı farklı hâkimiyet devresi geçirmiştir.  İlki m.ö. 209 ile m.s. 93 senesi arasındaki Türk hâkimiyet devridir. İkinci devir Tatar devri, üçüncü devir ikinci Türk devri olup, dördüncüsü Moğol devri, beşincisi üçüncü Türk devri ve altıncı ise Rus devridir. Bundan sonra gelecek devri ise dördüncü Türk devri olacaktır. Birçok millet ufak parçalara ayrılıp mahallî beylere tabi olduğundan bağımsızlıklarını kazanamamaktadır. Bu yüzden Rusya’da bulunan Türkler tek ve büyük bir Türk devleti oluşturma gayreti içerisinde olmalıdır. Tarih boyunca bu tür birleşmeler her ne kadar savaş ve zor yoluyla olmuşsa da bu devirde bu yönteme gerek kalmamıştır. Türklerin en eski geleneklerinden biri de itaattir. Bu bazı kesimlerce yanlış olarak itaatin esaret getireceği şeklinde yorumlanmaktadır. Hâlbuki bu kavram bağımsızlığın anahtarı da olabilir. İtaat etmesini bilmeyen bir ordunun başarılı olmasına imkân yoktur. Bu yüzden yöneticiye itaat her zaman gereklidir. Devlet yöneticilerinin, ister mutlakıyette ister meşrutiyette isterse de cumhuriyette olsun halk tarafından saygı görmesi gerekir. Bunlara saygı göstermeyenler uyarılmalı ve hatta cezalandırmalıdır. Yöneticinin de tüm halkı ayırmadan kucaklaması gerekmektedir. Sadece tacirlerin korunup çiftçinin işçinin hakkının korunmadığı sistem ne kadar yanlış ise halkı sadece işçiden ibaret sanıp diğer suçsuz sınıfların mensuplarını cezalandırmak da o kadar yanlıştır. Sovyetlerin hatası bu olmuştur. Ayrıca sosyalizm mülkiyet üzerine tamamen devlet egemenliği kurup bireyselliği dışlarken Rusya’daki Türkler bundan uzak durmalı, solidarist bir sistem kurmalıdırlar. Bunun için ilk önce yerel yönetimler oluşturmalı sonra bir kongre ile bu yönetimler ortak bir lider ortaya çıkarmalıdır. Sadece Türklük ve Müslümanlık çevresinde toplanılmalı bunun dışında aşiret, kabile gibi ayrımcılığa asla izin verilmemelidir. Bu merkezi hükümet oluşturulduktan sonra hızla ordu kurulmalıdır. Bu ordunun ve hükümetin başına geçecek kahraman hem şeyhlerin hem âlimlerin takdirine şayan olmalıdır. Ancak böyle bir kahraman ile kurtuluş mümkündür. Bu kişi tüm yetkiler ile donatılmalı ve istediğinde mahalli liderleri görevlerinden alabilmeli mahalli liderler kendilerine bağlı olanları görevden alabilmelidir. Bu ordu hiyerarşisini andıran sistem bazılarınca özgürlük ve bağımsızlık gibi açılardan eleştirilecek olsa da bugün batıdaki devletlerde işleyiş aynı şekildedir. Rusya’daki Türklerin tek kurtuluşu bu yoldur. Bu öneriler özellikle Enver Paşa gibi liderleri etkileyerek İttihak ve Terakki yönetiminin amacı haline gelmiştir.

            Birinci Dünya Savaşı’nın sonlarına doğru Osmanlı’nın durumu git gide kötüleşmekteydi. Türk Ocağı’nda da çeşitli tartışmalar başlamıştı. Bir taraf Turan devletini kurmaya yaklaşıldığını ve ilginin Asya’daki Türk milletleri ile birleşmeye kaydırılması gerektiğini düşünürken Halide Edip Adıvar gibi kişiler ise Turanın bir idea olduğunu ve önceliğin Anadolu’ya verilmesi gerektiğini savunmaktadır.

            Bu dönemde İttihat ve Terakki önderleri Turan ülkesini kurmayı savunsalar da parti içinden Kazım Nami gibi isimler Turan’ın bir kültürel birlik ifadesi olduğunu savunmaktadır.

            Enver Paşa savaşın kaybedileceği anlaşıldıktan sonra Turan ideali için önce Rusya’ya ve oradan da Orta Asya’ya geçmiştir. Burada Bolşevik hükümetine karşı Turan ordusunu örgütlemiştir. 1922 yılında Bolşevik ordusu ile yapılan savaşta şehit düşmüştür. Bundan sonra Bolşevik hükümetinin Rusya üzerindeki hâkimiyetinin tamamlanması ve Türkiye Cumhuriyetinin kurulması ile bu dönemde Turan devletini oluşturma fikri zemin bulamamıştır.

Türkiye Cumhuriyeti’nde Turancılık

            Birinci dünya Savaşı’ndan mağlup ayrılan Osmanlı Devleti işgal altına girmeye başlamış ancak buna sert tepki gösteren Türk halkı Mustafa Kemal önderliğinde Kurtuluş Savaşı vererek Türkiye cumhuriyeti kurmuştur. Yeni kurulan bu devlet Türk milliyetçiliği ve ulus devlet çerçevesinde kendini tanımlamıştır. Yeni kurulan cumhuriyet sınırlarını Misak-ı Milli olarak belirlemiş ve yayılmacı bir politika izlemeyeceğini açıkça belirtmiştir.

            Yusuf Akçura yeni kurulan cumhuriyette demokratik Türkçülük tanımı yaparak yayılmacı politikanın yanlış olduğunu söylemiştir. Kurtuluş Savaşı’nda görev alan Ahmed Ağaoğlu’da Misak-ı Milli sınırları içerisinde Türk milliyetçiliğini savunmaktadır. Ziya Gökalp’in ünlü eseri Türkçülüğün Esasları’nda ırkçı bir yaklaşımı reddederek kültürün önemli olduğunu vurgulamıştır.

            Dr. Rıza Nur 1924 yılında Türkleri bir çatı altında federasyon içinde toplama fikrini öne sürmüştür. Rıza Nur’un öne sürdüğü Büyük Turan Devleti Macaristan ve Finlandiya’dan Çin’e dek uzanmaktadır. Bu farklı yaklaşımı ile Turancılık hareketinde kayda değer bir yeri vardır. Ayrıca Turan halkının 4000 yıllık bir geçmişi olduğundan da söz eder.

            Zakir Kadiri Türk Yurdu dergisinde Türklerin fiziksel özelliklerini sıralayarak sadece din dil ve kültür birliğini değil bir takım kalıtsal özelliklerinde Türklük tanımında olabileceğini belirtir.

            Türk Ocakları Cumhuriyet Halk Fıkrası içine alınarak kapatılmasının ardından Nihal Atsız 1931 yılında Atsız Mecmua adında yeni bir dergi yayınlamaya başlar. Burada Türk ırkı ile yazılar yazan Atsız bir süre sonra üniversitedeki görevinden uzaklaştırılmıştır.

            1933 yılında yayına başlayan Birlik dergisi Millet tanımını “Kanı bir, kültürü bir, ülküsü bir insanların topluluğu! Bizim için milliyet sınır tanımaz! Bu düşünce özünü tarih inkılâbımızdan alıyor! Kazan Türkü, Kırım, Kâşgar, Semerkant ve Bakü Türkü sınırlarımız içinde yaşamayan, fakat bizden olanlardır” şeklinde tanımlamıştır.

            Bu dönemde Almanya’da Nazilerin yükselişi ve yaklaşan savaş durumunun sezilmesi Sovyetler ve Almanya ile ilgili yazılar yazan dergilerin kapanmasına neden olacaktır.

            Nihal Atsız Turancılık’ı Türklerin tek kurtuluş yolu olarak görmekte Azerbaycan, Türkmenistan, Kırım’da yaşayan Türklerin birleşmeden yeterince güçlü olamayacağını savunmuştur.  Hatta “Türklerin ya Batı Trakya’dan Yakutistan’a kadar birleşecek ya da ortadan kalkacaktır” cümlesi ile birleşme olmadan Türklerin geleceğinin olmadığını iddia etmiştir. Turancılık Türkler için tek yoldur. Daha sonraki aşamada ise tüm dünyayı Türkleştirmeyi hedeflemiştir. Reha Oğuz Türkkan ise ilk önce Türkiye üzerinde yoğunlaşılması gerektiğine vurgu yapmaktadır. Bu iki cumhuriyet dönemi düşünürü birbirlerine cevaben birçok yazı yazmış ve karşıt görüşler belirtmiştir. Türkkan tek bağımsız Türk devleti olan Türkiye olmadan Turancılığın olamayacağını söylemiştir.

            Atsız daha önceki dönem Turancılarından farklı olarak sadece Türkçe konuşmanın Türk birliği için yeterli olmadığını kan bağının da olması gerektiğini söylemiştir. Benzer şekilde Rıza Nur’da kültürün Turan milletleri için yeterli bir birleştirme aracı olmadığını milliyetin ırk ve kan meselesi olduğunu söylemiştir. Türkkan Türk milletini diğer milletlerden ayıran fiziksel özelikler üzerinde durmuştur. Bu tutumu Atsız ile benzeşmektedir. Türkkan Turan için savaşın gerekeceğini ve esaretteki Türkleri rica ile esaretten kurtulamayacağı bunun için savaşmak gerektiğini yazmıştır.

            Atsız İslamiyet’in Türklük için gerekli olmadığını savunarak ilk dönem Turancılardan ayrılmaktadır. Irk haricinde başka bir birlik öğesi olmasına karşı çıkıyordu. Hüseyin Namık Orkun da Türklük ile dini birbirinden ayrı ele alarak dini birleştirici bir unsur olarak görmemektedir. Orkun “...Türkün de müşterek bir Tanrısı olduğunu ve buna Türk Tanrısı adı verildiğini “ söyleyerek İslamiyet öncesi Türk inancına atıfta bulunur.

            İkinci Dünya Savaşı’nın sonlarına doğru Nihal Atsız’ın üniversite ve okullardaki komünistleri bakanlığa şikâyet ettiği açık mektup ile ilgili Sebahattin Ali dava açmıştır. Hükümet Turancı 47 kişinin isimlerini İstanbul sıkıyönetimine bildirmiştir. Bunlar tutuklanarak bir kısmı için dava açılmıştır. Ceza alanlar İkinci Dünya Savaşı’nın bitmesinden sonra temyiz ile serbest bırakılacaktır. Bu dönemden sonra Turancılık fikirlerini gelecek kuşaklara aktarmaya devam edeceklerdi.

KAYNAKÇA

https://islamansiklopedisi.org.tr/turan. adresinden alınmıştır

 https://tr.wikipedia.org/wiki/Macaristan adresinden alınmıştır

Agayev, A. Türk Yurdu,Cilt:1, Ankara, Tütibay Yayınları. Ankara: Tütibay Yayınları.

Akçura, Y. Yeni Türk Devletinin Öncüleri.

Arıkan, Z. (1992). Millî Cereyanlar. Tarih ve Toplum (102).

Aydemir, Ş. S. Enver Paşa, Cilt III.

Çolak, M. Macaristan’da Türk Dünyasına İlgi, Tarihi Arka Plan Ve Avrasya. Türkistan Forumu III, (s. 147-156).

Gökalp, Z. Türkleşmek, İslâmlaşmak, Muasırlaşma.

Gültepe, N. Turan, Turancılık Tarihinin Kaynakları.

Heyd, U. (2002). Türk Ulusçuluğunun Temelleri. Ankara: T.C. Kültür Bakanlığı Yayınları.

Kadirî, Z. Türklerin Kavmî ve Kabilevî Terkibi Meselesi. Tübitay yayınları.

Nihal, H. Çanakkaleye Yürüyüş.

Nur, R. (1982). Türk Tarihi, Birinci Cilt. İstanbul: Toker Yayınları.

Orkun, H. N. Milliyet İdeali ve Topyekün Milli Terbiye. Çınaraltı (71).

Önen, N. (2013). Turancı Hareketler: Macaristan Ve Türkiye. Ankara: Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Kamu Yönetimi Ve Siyaset Bilimi (Siyaset Bilimi) Anabilim Dalı.

Parla, t. Ziya Gökalp,Korporatizm ve Türkiye’de Demokrasi.

Seyfettin, Ö. Yarınki Turan Devleti, içinde, Türklük Üzerine Yazılar.

Tansel, A. (1989). Ziya Gökalp Külliyatı-1, Şiirler ve Halk Masalları. Ankara: Türk Tarih Kurumu.

Tekinalp. Türkçülük ve Pantürkçülük Ülküsü.

Türkkan, R. O. (tarih yok). “Savaşçılık, Savaş Bir Felâket midir?”. Bozkurt .

Türkkan, R. O. Ülkü ve Hayat. Bozkurt (4).

Üstel, F. Türk Ocakları.

Yamauchi, M. Hoşnut Olamamış Adam- Enver Paşa.

 

 

 

 

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder