Kentler, mekânda ideal düzeni
oluşturma çabasıdır. Toplumun bir düzen içinde yaşaması için belirli bir mekâna
sahip olması gereklidir. İnsanlar mutlu, huzurlu ve beraber yaşayacakları,
temel gereksinimlerini karşılayabilecekleri mekânlar olarak kentleri
kurmuşlardır.
Kentlerde iş bölümü ile beraber
uzmanlaşma ve toplumsal sınıflar ortaya çıkar. Milattan önce 4000-5000 yılında
ilk kentler genel olarak su kaynağı yakınına ve verimli işlenebilir alanlarda ortaya
çıkmaya başlıyor. Kentlerin oluşumunda en önemli faktörlerden biri artı ürünün
yani saklanabilecek biriktirilecek ürünün ortaya çıkmasıdır. Bu ürünün
korunup saklanması, dağıtımının planlanması için toplumsal sınıflar ortaya
çıkmıştır. Kent farklı sınıfların ortaya çıkması ile toplumsal yapısına
kavuşmuştur.
![]() |
Çatalhöyük |
Kent ve devletlerin ortaya
çıkışı paraleldir. Yerleşik düzene geçiş örgütlenme ihtiyacı doğurmuştur. Bu
ihtiyaç sonucunda kent ve daha sonra da devletler ortaya çıkmıştır. Kent
“civitas” anlam olarak devlete ait, siyasal alan, yurttaşa ait anlamlar içerir.
İletişim ve ulaşım olanakları gelişmemişken siyaset, yönetim ve devlet işleri
kent içinde oluşuyordu. Bunlar ilk şehir devletleri oluşturdu. Yurttaşlık
bilinci kentlerde ortaya çıktı.
Kenti büyük ölçekli evimiz
olarak görebiliriz. 1933 Atina Sözleşmesine göre kentin işlevi; oturma,
barınma, çalışma, dolaşma, dinlenme, eğlenmedir. Aristo’ya göre “kent daha iyi
bir yaşam yerini” ifade eder. Kent toplumların ihtiyaçlarını karşılamak için
kurulduğundan kente ilişkin kararlar yurttaşların fikirleri alınmadan
gerçekleştirilmemelidir.
Kenti kent yapan bazı işlevler
vardır. Ödenebilir ve sağlıklı koşullarda konut sağlanması, herkes için insan
onuruna yakışır bir yaşam alanı oluşturulması bunlardan bazılarıdır. Kent
herkes için yaşanabilir ve ödenebilir koşullarda yaşam sağlamalıdır. Ayrıca
insanların yetenek ve becerilerine uygun işler bulabilmeli, eğitim alabilmeli,
ücretler adil ve yeterli olmalıdır. Her gelir grubundaki insan kentin sağladığı
olanaklardan yararlanabilmelidir.
İdeal kentin nasıl olması
gerektiği hakkında tarihten günümüze birçok düşünür kafa yormuştur. Bunların
uzlaştıkları birkaç nokta vardır. Her kent kendi dokusunu yaratmalı, her kent
özgün olmalıdır. Kentler içinde yaşayan insanları olumlu ya da olumsuz
etkileyebilmektedir. Su kaynakları, gıda güvenliği, yerleşim yoğunluğu, yaya
alanları düşünülmemiş; sosyal faaliyetleri gerçekleştirme konusunda yetersiz
kentler insanlar üzerinde olumsuz fiziksel ve psikolojik etkiler bırakmaktadır.
Henri Lefebvre Şehir Hakkı adlı
eserinde kentte yaşayan insanlar ile kent ilişkisini bir hak çerçevesinde ele
almıştır. Bu esere göre kenti etkileyecek kararlarda kenttaşlar etki sahibi olmalıdır.
Bu etki dilekçe ve bilgi edinme hakları olarak örneklendirilebilir. Halk önce
kendisini sonra çevresini geliştirerek yönlendirici olmalıdır. Kentli
haklarının gelişebilmesi için öncelikle kentliler fikirsel olarak kendilerini
geliştirmelidir. Böylece kenti de değiştirebileceklerdir. Bu etki çift taraflı
bir etki yaratacaktır. Daha yaşanabilir bir toplum ve düzen hem kenti hem de kentlileri
geliştirecektir. Daha iyi bir yaşam düşüncesi kentlerden başlar. İnsan
haklarının bir parçasını da kentli hakları oluşturur. Bu yüzden insanlar
haklarını bilmeli ve pasif yurttaşlıktan aktif yurttaşlığa geçmelidir.
Kentin yurttaşı anlamına da
gelen kenttaşlık kavramını, temel ekonomik, toplumsal, kültürel, siyasal
haklarla birlikte dayanışma haklarının kent mekanında somutlaşmasıdır.
Ulaşım-toplu taşıma, kültürel
faaliyetlerin artması, yeşil alan, meydanlar, yapılaşma, güvenlik gibi konularda
yöneticiler ve kenttaşlar beraber karar almalıdır. Kent, insan haklarının
korunduğu ve geliştirildiği bir alan olmalıdır. Bu alanı yaratabilmek için
toplumdan bir talep gelmeli ve bir kent algısı oluşmalıdır. John Friedmann
kentten beklentisini konut, sağlık, iş ve yeterli toplumsal koşullar olarak
maddede sıralamıştır. Kent etik bir bakış açısıyla sosyal adalet, eşitlik ve
ortaklık ile yaratılabilir.
Sürdürülebilir kent, kentsel
yaşam kalitesinin korunduğu ve geliştirildiği bir kenttir. İdeal bir kentin
oluşması için yoksulluğun ortadan kalkması gerekir. Gelecek kuşakların da
yaşama hakkı güvence altına alınmalıdır. Yaşanabilirliği geleceğe de
aktarmalıyız. İdeal bir kenti bozulmadan geleceğe taşımak gerekiyor. 1977’de
Dennis Pirages sürdürebilirlik kavramını ortaya atarak kuşaklar arası ekolojik
bütünlüğün sağlanması gerekir. Sadece bir kuşağın kendi arasındaki adaletin
sağlanması yetmeyeceğini kuşaklar arası da adaletin sağlanması gerektiğini
söylemiştir. Sürdürülebilir gelişme; kaynakların sömürülmesinde, yatırımların
yönlendirilmesinde, teknoloji gelişmenin yöneliminde bir değişim süreci başlatılmadan
mümkün değildir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder