Halil
İnalcık’ın Devlet-i Aliyye adlı bu eseri Osmanlı İmparatorluğu’nun kuruluş öncesi durumundan
başlayarak klasik dönemini siyasal, kurumsal ve toplumsal olarak
incelemektedir. Bu incelemeleri mümkün kılan ise zengin Osmanlı arşivi
olmuştur. Kitabın ilk bölümü siyasi tarih ağırlıklıdır. İkinci bölümde ise
devlet, toplum ve ekonomi incelenmiştir. Beylikten imparatorluğa giden bu süreç
sadece siyasal tarih açısından değil toplumsal dinamikler ve iktisadi açıdan da
ele alınmıştır. Ayrıca bilinen tarih yazımına önemli karşıt tezler öne
sürülmüştür ki en göze çarpanı Osmanlı’nın kuruluş tarihini 1302 olarak kabul
etmesidir. Bunun dışında Osmanlı’nın devlet yapısını inceleyerek özellikle
yabancı kaynaklardaki çadır devletinden gelme iddiaları çürütmektedir. Kitap
14. Yüzyılın hemen başında Anadolu’da küçük bir Türkmen beyliğinin nasıl olup
da zamanının en güçlü imparatorluğu haline geldiği sorusuna cevap aramaktadır.
OSMANLI
DEVLETİNİN KURULUŞU
Güçlü
Moğol akınları karşısında Orta Asya’daki Türkmen boyları önce Azerbaycan’a daha
sonra da Anadolu’ya göç etmek zorunda kalmıştır. 13. Yüzyılda gerçekleşen bu
göçler ile Anadolu bir Türk yurdu halini almıştır. Selçuklu Devleti’nin batı
ucuna yerleşen bu boylar sınırda bir Selçuklu emirine bağlı olarak Bizans
topraklarına akınlar düzenlemekteydiler. Moğolların Doğu Anadolu’da İlhanlı
Devleti’ni kurması ile Selçuklu bir kukla devlet haline dönüşmüş ve bu uçlarda
yaşayan gaziler yarı bağımsız beylikler haline gelmiştir. Osmanlı Devleti’nin
kurucusu Osman Gazi’de harekât üssü Söğüt olan bir gazidir. 1299 yılında Karacahisar’ı
fethetmesi Osman Gazi’yi İshak Faki tarihine göre bir uç beyi yapmıştır. Ancak
Halil İnalcık 1302 Bapheus Savaşı’nı devletin kuruluş tarihi olarak almaktadır.
Bunun sebebi ilk kez Bizans ile savaşarak bir zafer kazanılması ve beylik
rüştünün bu zafer ile elde edilmesidir.
İMPARATORLUĞA GEÇİŞ
Osmanlı
Orhan devrinde Avrupa’da yerleşmeye başlamış ancak fetret devri ile beraber bu
ilerleme durmuş devlet dağılma noktasına gelmiştir. Timur’un vurduğu bu
darbeden sonra toparlanmış 2. Murad’ın Balkanlar’da kazandığı zaferler ve barış
politikaları ile Avrupa’da kalıcı olduğunu göstermiştir. 2. Mehmet 19 yaşında
tahta çıktığında babasının veziriazamı Çandarlı Paşa’nın ordu ve devlet işleri
üzerinde büyük nüfusu bulunmaktaydı. Çandarlı İstanbul’a saldırmanın Avrupa’yı
kışkırtmak olacağını söyleyerek kuşatmaya karşı çıkmış ancak 2. Mehmet
Çandarlı’ya karşı üstünlük kurabilmek için böyle bir zafere ihtiyaç
duymaktaydı. Keza İstanbul’un fethinin hemen ardından Çandarlı azil edilerek
yerine hocası Zagabuz geçirildi. Fatih Sultan Mehmet zamanının en entelektüel
sultanıdır. Kendini de Roma imparatoru olarak görmektedir ve bu yüzden
İstanbul’a çok önem vermiştir. Fethin hemen ardından kaçan halkın geri dönmesi
için vergi muafiyeti getirmiş ve iskân çalışmalarına başlamıştır.
Fatih
merkezi bir imparatorluk kurmak için kendisine karşı gelebilecek tüm grupları
Çandarlı gibi bertaraf etmiş direk kendisine bağlı bir yeniçeri ordusu
kurmuştur. Veziriazamları kendi kulları arasından seçerek güçlü ailelerin
yönetime girmesini engellemiştir. Çıkarttığı örfi kanunlar ile şerri kanunların
uygulama sınırlarını daraltmıştır.
Fatih Kanunnameleri
Fatih dönemine kadar her padişahın
fermanı sadece kendisini bağlar yerine gelen padişah isterse önceki fermanları
onaylardı. Fatih emir-ferman olarak çıkardığı kanunların yanında iki tane de
kanunname ilan etmiştir. Şerri hukuk yanında örfi hukuku temsil eden bu
kanunnameler Türk-Moğol geleneğine dayanmaktadır. Bu gelenekte hükümdarın kendi
töresini koyma hakkı vardır. Fatih kanunnamesinde bunlar benin atam dedem
kanunlarıdır ve benden sonrakilerinde kanunudur diyerek imparatorluğu oluşturan
en önemli eserine imza atmıştır.
Bu
kanunnamelerde devlet teşkilatını oluşturan kişiler arasında bir hiyerarşi ve
düzen getirmiştir. Tüm bu kişilerin alacakları tımarları belirleyerek keyfiyete
yer bırakmamıştır. Divan üyeleri, yetkileri, alacakları maaşlar ve cezalar
belirlenerek bunların seçimini kendi kulları arasından yapmıştır.
Kardeş
katlini ise bir kural değil zorunlu hallerde caiz olan bir gereklilik olarak
belirtmiş ve ulemadan cevaz almıştır.
Toplum
yapısında askeri sınıf ve reaya olarak ikiye ayırmıştır. Vergi açısından
farklılıklar bulunan bu iki sınıf konu cezalar olduğunda ise aynı kurallara tabidir.
Mali Önlemler
Fatih
çeşitli dönemlerde paranın ayarını küçülterek bir nevi devalüasyon yapmış ve
para üzerinden beşte bir oranında vergilendirme getirmiştir. Eski paraların
toplatılması için önlemler almış ve çok sert tedbirler uygulamıştır.
Tuz,
mum, sabun gibi mallarda tekelleşmeye giderek bu mallardan devlet hazinesine
büyük gelirler sağlamıştır. Ayrıca vakıfları miri araziye çevirerek tımarlara
vermiştir. Bu şekilde devletin askeri gücü artmış ancak halk arasında
hoşnutsuzluklar oluşmaya başlamıştır. Fatih güçlü otoritesi ve sert mizacı
karşısında bu hoşnutsuzluklar isyana dönüşemese de oğlu Beyazid etrafında bir
muhalefetin toplanmasına sebep olmuştur.
GULAM SİSTEMİ
Çeşitli devlet
işlerinde ve hatta sarayda kullanılmak üzere köle gençlerin yetiştirilmesi
Osmanlı’dan da eski bir gelenektir. Selçuklu döneminde büyük kumandanların bu
şekilde yetiştiği biliniyor. Osmanlı döneminde de Osman Gazi’den beri gulam
sistemi uygulanmaktadır. 1. Murad devri ile beraber fethedilen topraklardan
Hıristiyan çocuklar toplanarak devşirme sistemi getirilmiş ve bu sistem
Osmanlının en temel devlet örgütü yapısını oluşturmuştur.
Fethedilen
yerlerdeki aristokrasiye dâhil bir çok kişi bu gulam sistemine dahil edilerek
Osmanlı’da beylik ve vezirlik yapmışlardır. 2. Mehmet dönemine kadar sadece
askeri görevler verilmiştir. Ancak 2. Mehmet gulam sistemine bir yenilik
getirerek idari işlerde de bu kendisine bağlı kulları kullanmıştır.
Sarayda
yetiştirilmek üzere olan devşirmelere iç oğlan yeniçeri olmaları için Türk
ailelerin yanına gönderilenlere ise acemioğlanı adı verilmiştir. İç oğlanlar
sarayda 2-7 yıl arası bir eğitimden geçtikten sonra çıkma adı verilen bir atama
ile saray içindeki görevlerine atanırlardı. Saray içinde Küçük oda ve Büyük
odada padişahın hizmetine girerlerdi. Buradan sonra ise vezirlik, beylerbeyliği
gibi görevlere atanırlardı.
Enderun
sarayın iç işleri ile ilgilenen oğlanların bulunduğu yere verilen addı. Ayrıca
burası bir okul olarak da görülebilir. Birun ise sarayın dışarı ile
ilişkilerinin olduğu bölümdür. Enderun ve birun kendi içinde hiyerarşik
görevlere ayrılmıştır.
Kul
sistemi sadece sarayda ve padişaha özgü değildir. Beylerin, subaşıların ve
hatta tımar sahiplerinin bile belli sayıda gulamları olurdu. Ekonomik hayatta
da bu kullar kendilerine yer bulmuştur. Şunu da belirtmek gerekir ki akla
köleliği getiren bu sistem kölelikten daha farklıdır. Esnafın satın aldığı köle
belli bir zamanda belli bir miktar iş yapılması karşılığında azad edilirdi. Bu
azaldı köleler Osmanlı ekonomik hayatında oldukça yükselmiştir. Ayrıca toplumda
kul olmak aşağılanılacak bir mevki değil çoğu zaman ayrıcalıklı bir sınıftır.
ÇİFT-HANE SİSTEMİ
Halil
İnalcık tahrir defterlerindeki çiftba-hane ismini temel alarak çift-hane
sistemini Osmanlı toplum yapısının temeli olarak görür. Hatta bu iddiasını daha
da ileri götürerek bugünkü Türkiye’nin toplumsal yapısını bu sistemin
oluşturduğunu savunur.
Geleneksel
tarım ekonomisi tarım toplumlarının ortaya çıkmasından sanayi devrimine kadar
çok uzunca bir süre dünya tarihinde toplumsal yapıyı belirleyen başat aktör
olmuştur. Burada emek birimi belirli bir toprak parçasını işleyen köylü
ailesidir. Devlet bu toprak parçası ya da aile üzerinden vergilendirmeye gider.
Osmanlılarda
Miri toprak devlete ait ancak köylüye tahsis edilmiş topraklardır. Miri arazi
hububat ekilen alanları kapsar. Çünkü devletin en temel ihtiyacı hububattır. Bu
yüzden bu tarlaların bağ ve bahçelere çevrilmesi yasaklanmış böylece belirli
bir rekoltenin devamlılığı sağlanmıştır. Bir aile bir çift öküzü ile kendisine
tahsis edilmiş toprağı işler ve vergi verir. Köylü öküzü sabanı ve tohumu
kendisi sağlamakla mükelleftir. Köylü toprağın sahibi olmadığı için bu toprağı
satamaz ve böylece zengin toprak sahiplerine karşı küçük çiftçi korunmuş olur.
Ayrıca köylünün yerine getireceği görevler ve vereceği vergiler sıkı kurallara
bağlanarak köylünün toprağı bırakıp kaçmasının önüne geçilmiş olunur. Merkezi
idare böylece feodalitenin oluşmasının önüne geçmiş olur.
Bunun
yanında mukatalı toprak denilen gene miri arazi rejimine bağlı topraklar da
vardır. Bunlar köylüsü olmayan topraklardır. Devlet bu toprakları kiraya
vererek hem boş durmasını önler hem de gelir sağlar. Ancak burada dikkat
edilmesi gereken nokta bu toprakların tekrar köylüye verilmesinin esas amaç
olmasıdır. Tahrir defterlerinde bir dönem mukatalı olarak kiraya verilen
toprakların bir süre sonra köylüye tahsis edilerek çift-hane sistemine
kazandırıldıkları görülmektedir.
Kelime
kökeni olarak çift-hane bir çift öküzü olan hane halkını ifade eder. Bir çift
öküzün işleyebileceği büyüklükteki toprak ve üzerinde yaşayan köylü ailesi
temel üretim birimini oluşturur. Bir çift hane devlete 22 akça vergi öder.
Kocası ölen kadının elinden arazisi alınır. Bunun sebebi vergiye esas olan
kişinin erkek olması ve asıl iş gücünün erkek tarafından karşılanmasıdır. Eğer
kadın bir kişi tutup arazisini işletebilecek ekonomik güze sahip ise ondan
arazisi alınmaz.
Tahriri
defterleri tüm kır halkını bu şekilde kayıt altına alarak bizzat toplumu
şekillendirir.
TİCARET VE VAKIFLAR
Osmanlı
ekonomik hayatı büyük ölçüde tarıma dayansa da şehirlerde ticaret oldukça
gelişmiştir. Ancak o zamanki dünya görüşü devingenliği bir felaket olarak
görerek durağanlığı tercih eden mekanizmalar geliştirmiştir. Çift-hane sistemi
kırsal kesimi düzenlerken şehirlerde ise esnafın ticaret hayatını düzenleyen
kanunlar mevcuttur.
Esnaf
ve çiftçi dışındaki 3. Ekonomik aktör ise tüccarlardır. Tüccarların daha
serbest olduğu ve en çok sermayeye sahip kesimin de bu tüccarlar olduğu
görülmektedir. Tüccarlar uzak diyarlar arasında mal taşıyarak fiyat farkından
para kazanmaktadırlar. Bunlar kervanlar halinde yük taşır. Şehirde oturarak mal
depolayan ve zamanla değişen fiyatlardan kar sağlayan bir başka tüccar sınıfı
daha bulunmaktadır. Ancak tüccar sınıfına toplumda aç gözlü olarak bakılmakta
mal depolayan tüccarlara verilen bezirgân ismi olumsuz anlamlarda
kullanılmaktadır.
Temel
ticaret Osmanlı üzerinden baharat ve ipeğin Avrupa’ya Avrupa üzerinden de yünlü
kumaşların Osmanlı’ya gelmesi şeklindedir. Tüccarlar çeşitli ortaklıklar ile
yürütülmektedir. Anaparayı veren bir ortak ve uzak diyarlardan mal alıp getiren
diğer ortak karı bölüşebilmektedirler. Ayrıca faizle borç para da
verilebilmektedir. Halil İnalcık “İslam
toplumunda faizle para işletme ve diğer kredi şekilleri hem çok eski hem çok
yaygındır. Faiz alınması caiz görülen mallar arasında başta altın ve gümüş
vardır.” demektedir.
Vakıflar
bir miktar batıdaki anonim şirketlere benzetilebilir. Vakıf iki kısımdan
oluşmaktadır. İlk kısım hizmet veren hastane, medrese, çeşme gibi bir kurum
ikinci kısmı ise bu hizmetin sağlanmasına gelir getirecek dükkân, hamam, mezbaha
gibi kurumlardır. Her vakfın kuruluş amacını gelir kaynaklarını belirleyen,
nasıl yönetilip korunacağını söyleyen bir şartnamesi vardır. Vakıflar padişah
beratı ile onaylanır ve daha sonra padişahın kendisi bile bu berattaki
hükümleri bozamaz. Osmanlıda devletin ekonomik hayata müdahalesi servet
birikimini engellemeye yöneliktir. Evladiyelik olarak kurulan vakıflar ile
devletin vergi yükünden kurtularak servetin gelecek kuşaklara kalması garanti
altına alınabiliyordu. Bu bağlamda vakıflar merkezi otoritedeki bu boşluktan
yararlanmak için sıklıkla kullanılmıştır.
Son
olarak Osmanlı şehir hayatının en önemli parçası olan hirfet erbabı yani esnaf
yer almaktadır. Lonca sistemi ile tüm esnaf ham maddeyi aynı yerden aynı fiyata
alarak eşit olarak bölüşür ve eşit iş yaparlardı. Dükkan açmak için loncanın
teklifi ve padişahın onayı gerekirdi. Her merkezde kaç esnaf olacağı belirlenir
ve sıkı biçimde denetlenirdi. Bu yolla üretimin ve fiyatların sabit tutulması
hedeflenmiştir. Bursa gibi ticaret merkezlerinde ihracat yoluyla önemli
kazançlar elde edilse bile üretim aracı olan tezgah sayısının sınırlı tutulması
ve ihracatın ülkendeki malın ve zenginliğin dışarı aktarılması olarak gören
devrin ideolojisi ile kapitalizme geçiş engellenmiştir.
SONUÇ
Osmanlı
devletinin kurumsal alt yapısının atıldığı bu klasik dönem Osmanlının nasıl bir
beylikten imparatorluğa dönüştüğünü anlatmaktadır. Devlet ve toplum yapısını
derinlemesine inceleyen bu eser Osmanlının yükseliş ve düşüşünün nedenleri
ortaya koymaktadır. Osmanlının Türkiye Cumhuriyeti’ne miras bıraktığı
kurumların ve geleneğin nasıl ortaya çıktığı bu eser ile daha net
anlaşılmaktadır.
Kaynakça
İnalcık, H. (2016). Devlet-i 'Aliyye Osmanlı
İmparatorluğu Üzerine Araştırmalar-1 Klasik Dönem (1302-1606) Siyasal,
Kurumsal ve Ekonomik Gelişim. İstanbul, Zeytinburnu: Türkiye İş Bankası
Kültür Yayınları.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder