YÖNETİM KAVRAMINA GENEL BAKIŞ
İnsanoğlu
doğada hayatta kalma mücadelesi neolitik çağ ile birlikte çok daha kalabalık
gruplar ve karmaşık işleri yerine getirebilmeyi gerektirmiştir. İnsanların
yarattığı değer arttıkça üretilen değer takas edilmeye başlanmıştır. Değer
üretimi ve değişimi giderek iş birliği gerekliliğini doğurmuştur. Böylece, en
temel anlamıyla insanları belirli bir amaca yönelik olarak sevk ve idare etmek
anlamına gelen yönetim kavramı ortaya çıkmıştır
İnsanlar
hayatlarının birçok döneminde yöneticiler ile karşılaşmış ya da yönetici
olmuştur. Çalışılan işlerde çoğunlukla emir veren ve emir alanlar bulunur.
Çünkü çok çeşitli amaçlara ulaşmak için bireysel çaba çoğu zaman yetersiz
kalır. Bu yüzden insanlar yeteneklerini ve kaynaklarını birleştirerek ortak bir
amaç için beraber çalışırlar. Teknik ilerleme beraberin karmaşık organizasyonel
yapılar ve yönetim ihtiyaçlarının artmasına sebep olmuştur
YÖNETİMİN TARİHSEL SÜRECİ
Yönetimin
bilimsel olarak ele alınması 18. Yüzyılda başlasa da tabi olarak yönetim
medeniyet tarihi kadar eskidir. Yönetim bilimi klasik, neoklasik ve modern
dönem olarak zaman açısında ayrıştırılabilir
Yönetimin
bilimsel olarak incelendiği zamandan öncesine klasik öncesi dönem denilebilir.
Bu dönemi ilk yazılı kaynaklar olan M.Ö. 5000 yılına kadar geri götürmek
mümkündür. Eski Mısır, Çin ve Antik Yunan’da yönetim ile ilgili “dürüst olmak”,
“bencil olamamak” gibi kavramların yer aldığı bilinmektedir. Ancak İngiltere’de
başlayan sanayi devrimi ile yönetim teorisi oluşmaya başladı. İngiltere böylece
ilk defa tarım ve köy hayatından şehir ve sanayi hayatına geçen ülke olmuştur.
Üretim çok daha küçük miktarlara da ve çoğunlukla ev ya da küçük işletmelerde
yapılırken buhar gücünün bulunması çalışanları fabrikalara toplamaya
başlamıştır. Bu da çok daha kalabalık organizasyonlar ve uyum süreçlerini
gerekli kılmıştır
Klasik Yönetim Yaklaşımı
Buhar gücü
ile çalışan makineleri icat eden James Walt ve Matthew Robinson Boulton
yönetimi; iş akışı, üretim planlaması üretim işlem standartları, iş bölümü, iş
etüdü, personelin eğitilmesi, ürün standartlaşması ve istatistiki kayıtlar
başlıkları altında yönetim bilimini inceleyerek ilk temelleri atmıştır. Yönetimi
bilimsel olarak ilk inceleyenlerden bugün dahi etkisini sürdüren iki kişi
Taylar ve Fayol’dur. Frederick Winslow
Taylor bilimsel yönetim ilkelerini ortaya koyduğunda bunların aslında kendinden
önceki birçok kişinin katkısı olduğunu dile getirecektir. Taylor, işlerin
işçilerin tecrübesine bırakılmaması gerektiğini ve bilimsel yöntemler ile iş
görme metotları geliştirilmesi gerektiğini öne sürdü. Böylece iş tanımları ve
iş etüdü ortaya çıkmıştır. Fayol’da 14 ilke ile yönetim sürecini oluşturmuştur.
Bu ilkeler; iş bölümü, yönetim birliği, yetki ve sorumluluk, merkezleşme, hiyerarşi,
disiplin hakkaniyet, kumanda birliği, personelin ödüllendirilmesi ve ücretler,
genel çıkarların üstünlüğü, personelin devamlılığı, düzen ve istikrar, girişim,
birlik ve beraberlik ruhu olarak sıralanabilir
Taylor ve Fayol ile
benzer görüşleri olan Max Weber kamu yönetimine bilimsel açıdan yaklaşan ilk
kişilerdendir. Weber bürokrasi tanımı yaparak bugünün modern devlet ve
memuriyet sisteminin temelini atmıştır. Weber iş bölümünde olduğu gibi bir
yöntem ile insanların belli işlerde uzmanlaşması gerektiğini söylemiştir.
Böylece aynı işleri yapanlar uzmanlaşarak daha fazla sorumluluk alacak ve
verimlilik artacaktır. Hiyerarşik bir yapı kurarak her kademinin bir üst kademe
tarafından kontrol edilebilmesi gerektiğini söylemektedir. Kural ve
yönetmelikler belirlenerek bu prosedürlerin eksiksiz uygulanması ve dışına
çıkılmaması istenir. Ayrıca ast üst ilişkilerinin tamamen profesyonel olması
kişisel ilişkilerin iş hayatına girmemesi gerektiğinin altını çizer. Raporlama
yapılırken bu raporların nasıl, ne zaman ve kim tarafından doldurulacağı daha
önceden belirlenmiş olması gerektiğini vurgular. Weber günümüze kadar
kullanılan bu ilkeleri ile bürokrasi yönetimini şekillendirmiştir
Neo-Klasik Yönetim Yaklaşımı
1930’lu yıllarda
klasik dönemin ardından neo klasik dönem adı verilen yeni bir anlayış
geliştirilmiştir. Yaşanan teknolojik ve finansal gelişmeler ve özellikle 1929
yılındaki büyük buhran klasik yönetim anlayışının organizasyonlar için yetersiz
kaldığını ortaya çıkarmıştır. Klasik anlayışta yer almayan insan davranışlarını
ve insanlar arasındaki ilişkiye dikkat çeken neo klasik kuram organizasyonun
sosyal bir yapı olduğunu vurgular
Hawthorne
araştırmaları insan unsurunu organizasyonlardaki önemini ortaya çıkarmış ve
insanların alışkanlıkları, algıları, grup içindeki yerleri gibi özelliklerin etkisini
ortaya koymuştur. Neo klasik yönetim anlayışı bunun üzerine insan ilişkileri
yaklaşımını geliştirmiştir. Bu yaklaşım çalışan memnuniyetindeki artışın
çıktıyı etkileyeceğini savunmaktadır. İnsan ihtiyaçları belirli bir hiyerarşik
yapıda olduğunu Maslow ortaya koyduktan sonra bu anlayış ile eğer üst düzey
ihtiyaçların karşılanmasından önce alt düzeylerin karşılanması gerektiğini
göstermektedir .
İnsanların grup
içindeki davranışlarının organizasyonlar için önemi ortaya çıktıkça birçok
araştırmacı bu yönde çalışmalar yapmaya başlamıştır. Chris Argyris, Homans Kurt
Lewin, R.L. Katz, Kahn gibi birçok araştırmacı örgütsel davranış üzerine
çalışmıştır. Neo klasik yaklaşım insanı sadece biyolojik bir yapı olarak değil
psikolojik ve sosyal bir varlık olarak değerlendirmiştir. İnsanı görevini yapan
bir makine olarak gören klasik yaklaşımdan farklı olarak insanların her birinin
farklı istek ve motivasyonları olan sosyal varlıklar olarak görmektedir. Verimliliği
artırabilmek için bu farklılıkların ortaya çıkarılması gerektiğini savunur. Örgütlerin aslında sosyal bir yapı olduğunu
ortaya çıkaran bu yaklaşım ile yönetici ile yöneten bakış açılarının farklı
olabileceği yönetilenlerin örgütün hedefleri doğrultusunda ilerleyecek şekilde
motive edilmesi gerektiği anlaşılmıştır
1.2.3. Modern Yönetim Yaklaşımı
Modern dönem olarak
adlandırılan yönetim biliminin bugün geldiği noktada farklı yaklaşımların
birleştirilmesi ve yeni teoriler eklenmesi ile ortaya çıkmıştır. Sistem teorisi
örgütü değişik parçalardan oluşan ve bu parçaların toplamından daha büyük bir
oluşum olarak görmektedir. Organizasyon bir sistem olarak yer alırken içinde
alt sistemler de barındırmaktadır. Bu alt sistemlerin bazıları organizasyon
dışındaki çevreden de etkilenebilir. Bunlara açık sistemler adı verilir. Bu
teori örgütüm başarısının sistemlerin uyumlu çalışmasına bağlar
Modern yönetim
anlayışını oluşturan bir başka teori ise durumsallık teorisidir. Bu teori bir
örgütü başarıya götürecek tek bir çözüm yolu olmadığını aynı çözüm yolunun her
zaman işe yaramayacağını anlatmaktadır. Her örgüt birbirinden farklı olması
sebebiyle her biri için uygulanacak yönetim metodu da farklı olmalıdır. Bu
yüzden bu yaklaşım evrensel bir özellik göstermez. Her örgütün faaliyet alanı,
büyüklüğü, çevre koşulları, teknoloji,
örgüt yapısı, örgüt içinde bulunanların soysa-kültürel yapısı gibi
değişkenlerin göz önünde bulundurulması gerektiğini ileri sürer
1.3. YÖNETİMDEN YÖNETİŞİME GEÇİŞ
Klasik
yönetim anlayışı zaman içinde değişip dönüşürken bununla beraber klasik
anlayışta kalan bürokratik yönetim bakış açısı da değişmektedir. Bunun ilk
sebebi artık sanayi ve üretimden bilgi ekonomisine geçiş olmuştur. Bir diğer
neden ise Fordist üretim şeklinden esnek üretime geçiştir. Üçüncü bir sebep da
artık küreselleşmeye geçilmiş olmasıdır
Küreselleşme
bir yandan tüm dünyadaki sınırları ortadan kaldırmaya başlarken aynı zamanda
gelişen yerelleşme yönetim ve özellikle kamu yönetiminde bir dönüşüme yol
açmıştır. Klasik bürokratik düzendeki yöneten yönetilen ilişkisi değişime
uğrayıp sorumluluk, katılımcılık ve saydamlık gibi kamu yönetiminde yeni
ilkeler oluşmuş etkin ve kaynakları verimli kullanarak hizmet sunan yerel yönetim
anlayışını ortaya çıkarmıştır. Yönetim odağının merkezi yönetimden giderek
yerel yönetimlere kayması ve hizmet veren yönetim yerine hizmeti alan ve talep
edenleri merkeze alan bir yönetim anlayışı gelişmiştir. Tüm bu gelişmeler kamu,
özel sektör ve sivil toplum kuruluşları gibi paydaşların beraber yönetime ortak
olması ile yönetişim kavramı ortaya çıkmıştır. Klasik kamu yönetiminin hiyerarşik
yapısı ve tek yönlülüğüne karşı yönetişim eşit paydaşların karşılıklı
ilişkisine dayanmaktadır
1.4. YÖNETİŞİM KAVRAMINA GENEL BAKIŞ
Yönetişim
yönetim ve iletişim kelimelerini karşılamak için kullanılmış olup yöneten ve
yönetilenin karşılıklı olarak karar alma süreçlerinde beraber rol almasını
anlatır
Yönetişim;
yerel, ulusal, bölgesel ve küresel ölçekte toplum, kurum, ulus ve uluslararası
örgütleri gibi çok farklı birimleri tanımı içinde barından çok geniş anlamda
kullanılabilen bir kavramdır
1.5. YÖNETİŞİMİN ÖZELLİKLERİ
Yönetişim
kavramı klasik anlamı ile yönetimden ayrılan yanı bir hedefi gerçekleştirmek
için bir araya gelmiş bir örgütün, tek özneli, hiyerarşik bir iş bölümü içinde,
üreten ve tüm kaynakları bünyesinde toplayan bir yönetim anlayışı değildir.
Yönetişim insan odaklı, çok paydaşlı, dikey hiyerarşi yerine yatay bir iş
bölümü kullanan, yapıp üretmekten çok toplumdaki diğer paydaşların yapıp
üretmesini destekleyen bir anlayış biçimidir
Yönetişimin
üç ana özelliği bulunmaktadır. Bunlar sistem, politika ve yönetim olarak
sıralanabilir. Devlet bürokrasisi ve kurumları ile hükümetten çok daha büyük bir
yapıdadır. Bu bakış açısı yönetişimin
sistematik bakış açısını yansıtır. Politika özelliği ise her bireyin yönetime
katkı sağlaması gerektiğidir. Yönetim özelliği ise etkin, hesap verebilir,
şeffaf ve bağımsız kamu hizmetini anlatmaktadır
1.6. YÖNETİŞİMİN İLKELERİ
Yönetişim kavramının daha iyi anlaşılabilmesi için şeffaflık, hesap verilebilirlik, hukukun üstünlüğü, katılımcılık, cevap verilebilirlik, etkinlik, eşitlik ve stratejik vizyon olarak sayılabilecek ilkelerin ele alınması gerekmektedir.
Şeffaflık;
bilginin açık, tutarlı ve sürekli bir biçimde paylaşılması anlamına
gelmektedir. Tüm faaliyetlere ilişkin güvenilir, nitelikli ve herkes tarafından
anlaşılır bilgilerin erişilebilir olması gerekmektedir
Hesap
verilebilirlik ilkesi bir hesap vermesi gereken bir de hesap sorması gereken
taraf olmak üzere iki taraf içerir. Organizasyonlar yaptıkları eylem ve
davranışların sorgulanabilecek mekanizmalar bulunması gerekmektedir. Burada
karar alıcı ve uygulayıcılar diğer paydaşlarına hesap vermesi iyi yönetişimin
bir ilkesidir
Hukukun
üstünlüğü bir yasaya bağlılığı ve keyfiyetin olmadığı bir sisteme işaret eder. Karar
alma yetkisinde olanlar toplu ve bireysel olarak aldıkları kararların hukuki
sorumluluğunu üstlenmek zorundadırlar. Mahkeme kararları ve hukukun belirlediği
usuller tarafsız bir şekilde uygulanmalıdır
Katılımcılık ilkesi sadece seçimlere katılma hakkı olarak algılanmamalıdır. Halkın alınan kararlarda söz sahibi olması gerektiğini anlatmaktadır. Bu yüzden sivil toplum örgütleri kurulmalı ve örgütlenme desteklenmelidir. Halk böylece kararlar alınmadan önce kararlara müdahale şansı bulabilecek ve katılım hakkını bu şekilde kullanacaktır. Bu ilkenin uygulanmasında 3 unsur yer almaktadır. Bilgi aktarma, danışma ve aktif katılım olarak sıralanan bu 3 unsur iyi yönetişimin ve katılımcılık ilkesinin uygulanmasında çok önemli bir yer tutar. Bilgi aktarma kurumun yaptığı, planladığı ve uyguladığı tüm iş ve hizmetleri derleyerek halka sunmasıdır. Halk bu bilgiler ışığında değerlendirme yapar. Bir sonraki ilke olan danışma kurumun karar almadan önce vatandaşların fikrini almasını ifade eder. Aktif katılım ise halkın hem kararlarda hem de uygulamada kurumlar ile ortak çalışmasını anlatır.
Cevap verilebilirlik
ilkesi kamu kuruluşlarının vatandaşların sorularına açık net ve tam olarak
sorunun özünü açıklayan cevaplar verebilmesi anlamına gelmektedir. Kamu
kurumları vatandaş odaklı anlayışları ile sağladıkları hizmetin müşterisinin
vatandaş olduğu bilincinde olup sağladıkları hizmetten vatandaşın memnuniyetini
gözetmeleri gerekmektedir
Etkinlik
karar alma sisteminin başarısının bir ölçütüdür. Burada alınan karar ve
uygulamaların sorunları çözme gücü ifade edilmektedir. İhtiyaç duyulan
uygulamaların geçmiş tecrübelerden yola çıkarak amaca uygun olarak belirlenmesi
olarak da açıklanabilir
Eşitlik
ilkesi gereğince kurumlar tüm paydaşlarına karşı eşit mesafede olmalı ve hapsinin
menfaatini korumaya yönelik politikalar geliştirmelidir
Stratejik
vizyon ilkesi stratejik yönetim ile ilişkilidir. Stratejik yönetim bir
organizasyonun varoluş sebebini, faaliyet alanlarını ve gelecekte nerede olmak
istediğini, hedeflerini ortaya koyan bir yöntemdir. Stratejik vizyon
çerçevesinde etkin stratejik planların oluşması vizyon ve misyonların
belirlenmesi ve kaynakların en etkili şekilde kullanılmasını hedeflemektedir
1.7. YÖNETİŞİMİN AKTÖRLERİ
Yönetişim
kavramı çok aktörlü, hiyerarşi olmadan etkileşim içinde oldukları bir yapıyı
anlatmaktadır. Devlet kurumları, özel sermaye ve sivil toplum örgütleri temel
aktörler olarak karşımıza çıkmaktadır. Devletin görevi düzenleyici ve taraflar
arasında eşit şartlarda iletişimin sağlanacağı zemin hazırlamaktır. Hizmet alan
vatandaşların yönetim sürecine dâhil olduğu yönetişim giderek artan yerelleşme
ve hizmet kalitesinin artması sürecini beraberinde getirmeyi hedeflemektedir.
Bu bağlamda çoğulculuk ve katılım ilkeleri ışığında tüm paydaşlar sürece dâhil edilmektedir.
Bürokrasi, yerel yönetimler, özel sektör ve sivil toplum örgütleri gibi
aktörler birbiri ile karşılıklı etkileşimi ve ortaklık çerçevesinde bir araya
gelmeleri ile yönetişim çok aktörlü bir yapıda ele alınabilmektedir. Yönetişim
ile devlet dışındaki yönlendirme gücüne sahip aktörlerine yönetim rol aldığı
bir sistem kastedilirken aynı zamanda demokratiklik, açıklık çoğulculuk, kararların
karadan etkilenenler ile en yakında üretilmesi ilkelerine dikkat çekilmektedir
1.8. SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI
Sivil
toplum örgütleri seksenli yıllardan itibaren Türkiye’de görülmeye başlanmış ve
son yıllarda giderek sayıları ve etkinlik alanları artmıştır. Dernekler,
sendikalar, vakıflar gibi sivil tolum örgütleri sosyal sorumluluk kapsamında
politika üretiminde önemli bir rol oynayan paydaşlar haline gelmiştir. Sivil
toplum örgütlerin toplumda dayanışma, güven, sorumluluk ve istikrarı arttırmak
ve toplumsal sorunlara çözüm bulmak gibi önemli konularda değer üreten
yapılardır
Eğitim, çevre,
sosyal refah ve istihdam gibi konularda devlete alternatif veya paralel şekilde
projeler üreten sivil toplum kuruluşları, yönetişimin önemli bir paydaşı olarak
yer almaktadır. Sivil toplum kuruluşları ekonomik ve siyasal hedefleri
gerçekleştirmekten çok sosyal ve çevresel hedefleri gerçekleştirmek için
kurulmuştur. Küreselleşme ile beraber sivil toplum örgütleri de büyümüş tüm
dünyada sözü geçen sivil toplum örgütleri ortaya çıkmıştır. Kamu ve özel sektörün
dışında üçüncü bir aktör olan sivil toplum kuruluşları sosyal refahı arttırma
hedefi ile çalışan örgütler olarak özetlenebilir
1.9. MAHALLE VE MUHTARLIKLAR
Mahalle
merkezi yönetim ile yerel yönetimlere yardımcı bir kurum olarak tanımlanabilir
Mahalle ve
yapısı bulunduğu yere göre oldukça farklılıklar gösterebilir. Metropollerde bir
mahallenin nüfusu bazen bir kentin nüfusundan fazla olabilir. Bu durumda bu
mahalle ile küçük bir ilçede bulunan mahalle arasında büyük farklılıklar
olacaktır. Tarihsel sürece bakıldığında Osmanlıda mahalle daha homojen ve
sınırları belli yerler olarak karşımıza çıkmaktadır. Sınırları daha belli
yaşayanlar ise daha homojen dağılımlıdır. Yüzyüze ilişki ve komşuluk mahalle
yaşamını oluşturur
Muhtarlık
mahalle yönetimini anlatabileceği gibi köy yönetimini de anlatabilir. Bu açıdan
bakıldığında iki farklı muhtarlık bulunmaktadır. Mahalle muhtarı ve yönetim
organları seçimle iş başına gelirken kamu tüzel kişiliğini kullanabileceği
yetki ve bütçesi yoktur
Muhtarlık
kurumu yasalara girmeden önce özellikle imamların yürüttüğü bir görev olarak tarihte
yer almıştır. 1964 yılındaki Vilayet Kanunu ile yasalaşmış olup mahallelerde
köy muhtarlığı örnek alınmıştır
2. BÖLÜM
YEREL
YÖNETİM VE YÖNETİŞİM
2.1. DÜNYADA YEREL YÖNETİM VE YÖNETİŞİM
Dünya’da
yerel yönetimler şehirleşmenin başlaması ve şehirlerin kendi sorunlarına çözüm
bulma arayışının başlangıcına kadar götürülebilir. Eski Yunan şehirleri ve daha
sonrasında Roma döneminde şehirlerin yönetimleri yerel yönetimler olarak
görülebilir. Bu dönem sonrası ortaçağ boyunca yerel yönetimlerde çok fazla bir
gelişme yaşanmamıştır. Fransız devrimin yönetim biçimleri ve anlayışları
üzerindeki etkisi yerel yönetim konusunda da değişim yaşanmasına sebep
olmuştur. Sanayi devriminin üretim araçlarını değiştirmesi ve şehirlerin
nüfusunun artması bu yeni bir dönemin başlangıcı olarak görülebilir. Bu yeni dönem
hızlı nüfus artışı nedeni ile çarpık kentleşme, kirlilik, alt yapı yetersizliği
gibi sorunları ortaya çıkarmış ve bu tür sorunların çözümü için yeni yerel
yönetim modelleri oluşturulmuştur
Özellikle
İkinci Dünya Savaşı sonrasında gelişen bilgi teknolojileri ile vatandaşların
yönetime katılım anlayışları değişmiş ve yönetişim anlayışı ortaya çıkmıştır.
Yerel yönetimlerin katılımcı yapıya daha açık olması da bunun bir sebebidir. 1980’li yıllar ile beraber dünyada kamu yönetimi
âdem-i merkeziyetçi bir anlayış çerçevesinde yeniden şekillenmeye başladı.
Yerel sorunların merkezi yönetim tarafından çözülmesi yerine soruna maruz
kalanlar tarafından yerel ve merkezi yönetim ile hiyerarşik bir yapı olmadan
yatay etkileşim ile çözülme anlayışı yerel yönetişim kavramını ortaya
çıkarmıştır. Vatandaşların değer ve tercihleri ile şekillenen yerel yönetişim
anlayışı; kamu, STK ve özel sektör üçlüsünü bir araya getirerek kamu
hizmetlerinin bu aktörler tarafından gerçekleştirilmesini sağlamıştır
Klasik
yerel yönetim ile yerel yönetişim kavramların anlamak için farklı yönlerini
belirtmeye ihtiyaç vardır. Yönetişim tüm paydaşlar arası iletişime önem
verirken klasik yerel yönetim hiyerarşik bir yapıdadır. Hizmetler klasik yerel
yönetimde belirlenmiş birimler ile merkeziyetçi şekilde sunulurken yerel
yönetişim hizmet sunmak için çok aktörlü ve çok çeşitli yapılar kullanabilmektedir.
Yönetişimi ayıran bir diğer özellik ise kullanılan politikaların daha yenilikçi
olmasıdır
Yerel
yönetimlerin yönetişim anlayışı ile sivil toplum kuruluşları ile ilişkisinin
artması uluslararası sivil toplum kuruluşları ile iş birliği yapmaya başlaması
yerel yönetimler arasında bir rekabet doğmasına yol açmıştır. Aynı şekilde özel
sermayenin de kentlere çekmek için yerel yönetimler özel sektör ile iş
birliğini arttırmıştır. Bugün dünyada birçok yerel yönetim uluslararası
kuruluşlardan hibe ve fon sağlamaktadır
2.2. TÜRKİYE’DE YEREL YÖNETİM VE YÖNETİŞİM
Türkiye
Cumhuriyeti Kurtuluş Savaşı sonrasında hızlı bir onarım sürecine girmiş azalan
nüfusun artması, sağlık hizmetlerinin yaygınlaşması ve Ankara gibi illerin
imarının sağlanması için yoğun çaba göstermiştir. 1930 yılında 1580 sayılı Belediye
Kanunu ile yerel yönetimin işlevleri yasa ile düzenlenmiş oldu. Ancak bu
yasadan önce 1924’de 442 sayılı köy kanunu kabul edilerek o zamana kadar en
önemli üretim birimi olan köylerin yönetimi düzenlenmiştir. Giderek sanayileşen
Türkiye’de kentlerin nüfusu artmaya başlamış ve büyüyen kentlerin sorunlarına
belediyeler ile çözüm aranmıştır. Kent sağlığı için bataklıkları kurutması,
hastane hizmetleri açması, temiz su sağlanması ve kirli suyun kanalizasyon ile
uzaklaştırılması, kent içi ulaşım için toplu taşıma hizmeti, yol yapımı gibi
hizmetleri belediyeler yerine getirmiştir
1580 kanunu
belediyeleri merkezi yönetimin bir parçası olarak görmekte ve kendini
hiyerarşide daha üst olarak konumlandırdığı için belediyeler üzerinde güçlü bir
denetim etkisi vardı. 1948 yılında çıkan “Belediye Gelirleri Kanunu” ile
belediyelerin gelirleri düzenlendi. Ancak merkezi yönetim bu gelirlerin
kontrolünde etkili oldu. Bu yüzden belediyeler bu gelirleri alabilmek için
merkezi hükümete muhtaçtılar
2.2.1. Büyükşehir Belediyeleri
1982 anayasasında
geçen “Büyük yerleşim yerlerinde özel yönetim biçimleri oluşturulabilir”
ibaresi büyükşehir belediyelerinin anayasal dayanağını oluşturmuştur. 5216
sayılı Büyükşehir kanunu büyükşehir belediyelerini “sınırları il mülki sınırı
olan ve sınırları içerisindeki ilçe belediyeleri arasında koordinasyonu
sağlayan; idarî ve malî özerkliğe sahip olarak kanunlarla verilen görev ve
sorumlulukları yerine getiren, yetkileri kullanan” şeklinde tanımlamaktadır.
Kanun büyükşehir belediyesine bazı görevler de yüklemiştir. Bunlar “büyükşehrin
bütünlüğüne hizmet eden sosyal donatılar, bölge parkları, hayvanat bahçeleri,
hayvan barınakları, kütüphane, müze, spor, dinlence, eğlence ve benzeri yerleri
yapmak, yaptırmak, işletmek veya işlettirmek" gibi sorumlulukları
kapsamaktadır. Bunun dışında sporu desteklemek ve teşvik etmek için
“gerektiğinde amatör spor kulüplerine nakdî yardım yapmak, malzeme vermek ve
gerekli desteği sağlamak, amatör takımlar arasında spor müsabakaları
düzenlemek” görevidir. Bazı yapıları yapma sorumluluğu da “gerektiğinde
mabetler ile sağlık, eğitim ve kültür hizmetleri için bina ve tesisler yapmak,
kamu kurum ve kuruluşlarına ait bu hizmetlerle ilgili bina ve tesislerin her
türlü bakımını, onarımını yapmak ve gerekli malzeme desteğini sağlamak” maddesi
ile büyükşehir belediyesindedir. Toplumdaki tüm kesimlere ulaşabilmesi gereken
büyükşehir belediyeleri “sağlık merkezleri, hastaneler, gezici sağlık üniteleri
ile yetişkinler, yaşlılar, engelliler, kadınlar, gençler ve çocuklara yönelik
her türlü sosyal ve kültürel hizmetleri yürütmek, geliştirmek ve bu amaçla
sosyal tesisler kurmak” maddesi ile görevlendirilmiştir. Kanunun 18. Maddesine
2012 yılında eklenen bend ile büyükşehir belediye başkanının sorumlulukları
arasına “Bütçede yoksul ve muhtaçlar için ayrılan
ödeneği kullanmak, engellilerle ilgili faaliyetlere destek olmak üzere engelli
merkezleri oluşturmak” eklenmiştir. En son olarak 2012 yılında 6360 sayılı kanun
ile büyükşehir belediye sayısı arttırılmış ve 26 ilçe kurulmuştur. Ayrıca il belediyeleri büyükşehir belediyelerine
dönüşen yerlerde il özel idareleri kaldırılarak Yatırım İzleme ve Koordinasyon
Başkanlığı kurulmuştur. Ayrıca illerdeki bütün köylerin tüzel kişiliği
kaldırılarak bulundukları belediyenin mahallelerine dönüştürülmüştür
2.2.2. İl Belediyeleri
Her il merkezinde bir belediye olması kanun ile zorunlu kılınmıştır. Büyükşehir olmayan illerin il merkezinde bulunan belediyeleri il belediyeleri olarak adlandırılmaktadır. İl belediyeleri büyükşehir belediyelerinden farklı olarak tüm il sınırında yetkili değildir. Sadece şehir merkezinde görevlidir. Bu belediyeler yazı işleri, mali işler, fen işleri ve zabıta birimlerinden oluşur.
Belediyenin görevleri şöyle sıralanabilir:
· İmar, su ve kanalizasyon, ulaşım gibi kentsel alt yapı;
· Coğrafî ve kent bilgi sistemleri;
· Çevre ve çevre sağlığı, temizlik ve katı atık;
· Zabıta, itfaiye, acil yardım, kurtarma ve ambulans;
· Şehir içi trafik; defin ve mezarlıklar;
· Ağaçlandırma, park ve yeşil alanlar; konut;
· Kültür ve sanat, turizm ve tanıtım, gençlik ve spor;
· Sosyal hizmet ve yardım, nikâh, meslek ve beceri kazandırma;
· Ekonomi ve ticaretin geliştirilmesi hizmetleri.
Belediyelerin mali durumlarını göz önünde bulundurularak hizmetler aciliyet sırasına göre gerçekleştirilir.
2.2.3. İlçe Belediyeleri
İlçe belediyeleri her ilçe merkezine kurulması kanun ile zorunlu kılınmıştır. Hem büyükşehir belediyesinin olduğu illerde hem de il belediyesinin olduğu illerde vardır. Belediye meclisleri; son genel nüfus sayımı sonuçlarına göre nüfusu 10.000’e kadar olan yerlerde 9, nüfusu 10.001-20.000 arasında olan yerlerde 11, nüfusu 20.001- 50.000 arasında olan yerlerde 15, nüfusu 50.001-100.000 arasındaki yerlerde 25, nüfusu 100.001-250.000 arasında olan yerlerde 31, nüfusu 250.001-500.000 olan yerlerde 37, nüfusu 500.001-1.000.000 arasındaki yerlerde 45, nüfusu 1.000.000’dan fazla olan yerlerde ise 55 üye seçilmektedir. Meclis ihtisas komisyonları kurar. İhtisas komisyonları kendi ihtisas alanına giren konuları komisyonda görüştükten sonra belediye meclisine taşır. İlçe belediyelerinin sorumlulukları da il belediyelerine benzer şekilde 5393 sayılı belediye kanun ile belirlenmiştir. Ancak büyükşehirlere bağlı ilçe belediyelerinde bu görevlerin bir kısmı büyükşehir belediyelerince yapılabilir.
2.3. TÜRKİYE’DE YEREL YÖNETİŞİM UYGULAMALARI
Türkiye
kamu yönetimi araştırmalarında en önemli yere sahip Türkiye ve Orta Doğu Amme
İdaresi Enstitüsü (TODAİE) 1963 yılında hazırladığı ve içinde kamu yönetimi
açısından ilerici görüşleri barındıran Merkezi Hükümet Teşkilatı Araştırma
Projesi (MEHTAP) içerisinde halka yakın temas sağlamak zorunludur ifadesi ile
merkezi yönetimin halka uzak olduğu eleştirisi yanında yerel yönetimlerin ve
halkın paydaş olarak alınmasını 1960’lı yıllarda öngörmesi dikkat çekicidir
Yerel
yönetimler ile vatandaş ilişkilerinde çeşitli yöntemler pratikte
uygulanmaktadır. İlk olarak vatandaşın kişisel başvuruları ele alınabilir.
Burada kişiler doğrudan idareye yapılan başvurulardır
Halk
kurultayları belli bir kentlilik bilincine sahip ve bulunduğu kenti
sahiplenerek sorunları belirlenmesinde ve çözüm alternatiflerinin
geliştirilmesinde sorumluluk almak isteyen vatandaşlarla oluşturulur. Bu
kurultaylarda vatandaşlar istek ve önerilerini dile getirerek yerel yönetim ile
iletişim sağlarlar. Halk günleri adı verilen toplantılarda vatandaşın belediye
başkanı ve diğer yöneticiler ile toplanarak bireysel olarak iletişim
kurulamaları sağlanır. Normalde randevu alıp yerel yöneticiler ile görüşmenin
zahmetli olmasından dolayı halk günleri yöneticilere kolayca ulaşabilmenin bir
yöntemi olmaktadır
Yerel
yönetimlerin üstlendiği büyük çaplı projelerde vatandaşları projenin her aşamasında
bilgilendirme, katılımlarını sağlama amacıyla proje demokrasisi adı verilen
etkinlikler düzenlenir. Burada amaç paydaşların bilgi ve katılımını sağlayarak
ortak bir amaç doğrultusunda proje üretmek ve bunu gerçekleştirmektir
Yerel
Gündem 21 adı altında ilk olarak 1992 yılında Birleşmiş Milletlerin Rio
zirvesinde gündeme gelmiştir. Türkiye’de ise 1996 yılında yapılan Habitat II
konferansı ile duyulmuş ve bu tarihten sonra çeşitli yerel yönetimler
tarafından uygulanmaya başlanmıştır. Bursa, Antalya, İzmit ve İzmir gibi
belediyeler yerel gündem 21 uygulamalarına öncülük etmişlerdir
Yerel
yönetimlerden yerel yönetişime geçiş merkezi yönetimin bazı sorumluluk ve
yetkilerini yerel yönetime bırakmaları ile gerçekleşmiştir. Sosyal devlet
anlayışının güçlenmesi ile beraber yerel yönetimin hizmet alanları artmış ve
çeşitlenmiştir
5377 sayılı
belediye kanunu ile birlikte belediyenin sorumluluğunda olan sağlık, eğitim,
spor, kütüphane gibi hizmetlerin gönüllüler aracılığı ile de verilmesinin
önünün açılmasıdır. Böylece bireyler de belediye hizmetine yardımcı olarak
gönüllü çalışmalara katılabileceklerdir. Vatandaşın sadece hizmet alan değil
karar alan ve hizmet veren yapılarda da olması yerel yönetişim anlayışının bir
sonucudur